top of page

Sayı: 1

15 Aralık 2018

123961_1_l.jpg

KAYIP FISILTILAR


EDEBİYAT-SANAT-FELSEFE-PSİKOLOJİ-SOSYOLOJİ
İÇERİKLERİYLE YENİ NESİL DİJİTAL DERGİ

123961_1_l.jpg

TANIŞMA

Dijitalleşen hayat mı, insanlar mı, hayatın ihtiyaçları mı?
Buna cevap vermek oldukça güç. Çünkü herkesin elinde öyle ya da böyle akıllı telefonlar var. Akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlar vasıtasıyla insanların birbirleriyle bilgi ve haber paylaşımı başta olmak üzere istediği her şeyi özgürce paylaşabileceği, sosyal medya platformları oluşturuldu.
Ulaşabileceğimiz her şey ve herkes parlak bir telefon ekranının içinde artık. Bizler de kendimizi; kendimizden giderek uzaklaşıyor ve herkes gibi olmaya çalışarak hayata karşı oyalıyoruz kendimizi.
Küçücük bir ekranda hepimiz kendimize birer dünya yarattık. Kimimiz günde 1 saatini, kimimiz 8 saatini, elimizdeki telefonların ekranlarına bakarak harcıyoruz vaktimizi.

Şimdi biz de bu ekrandan, insanları kendi dünyalarına çağırmak için fısıldamaya başlıyoruz. 5 Aralık 2018 gününden merhaba.

 

Bu sayfalarda her şey insana dair.
Edebiyat, felsefe, kültür ve sanat ile birlikte psikoloji, sosyoloji bilimlerinden oluşan makaleler, denemeler, alıntı ve çeşitli içerikleri sizlere ulaştırmayı hedefliyoruz.

 

Dijital dünyada kendini kaybolmuş hissedenler, fısıltılara doğru gelsin.

Çapa 1
Treisman-Jonathan-Safran-Foer-QA.jpg

“Nasıl bir hayat yaşayacağımı öğrenmek için bir hayat sürdürüyorum.
Ne acı…”

-Jonathan Safran Foer-

Çapa 2

“Ben daima, cenneti bir kütüphane olarak hayal etmişimdir.”
 

-Jorge Luis Borges-

jorge_luis_borges-768x865.jpg
GettyImages-166537651_master-1024x672.jp

“Bu seni biraz rahatsız edecek ama
ben iyiyim ve sana ihtiyacım yok.”

 

-Charles Bukowski-

Karen-Horney-585x855.jpg

HAFTANIN KONUĞU
KAREN HORNEY

Her hafta çok sevdiğimiz, takip ettiğimiz, eserlerinden etkilendiğimiz, örnek aldığımız yazarlar, düşünürler, filozoflar, sanatçılar ve bilim insanlarını Haftanın Konuğu başlığı altında kendimizce ve dünyamıza yansıdıkları kadarıyla okuyucularımıza anlatmak istiyoruz.
 

İlk sayımızın konuğu olarak, “Yeni Freud’cu Akımın” yaratıcısı ve en güçlü temsilcisi Psikanalist Karen Horney’i seçtik.

 

"Kaygılar bizi eyleme götürmelidir, depresyona değil."
Karen Horney

Çapa 3
00horneyK11.jpg

Psikanaliz, Sigmund Freud'un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir.
Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır.
Karen Horney, Berlin’de Freud’cu bir psikanalist olarak eğitim görmesine karşın geliştirdiği kuramlarla “Yeni Freud’cu Akımın” en güçlü temsilcisi olmuştur. Öyle ki; Horney’in cinsiyet (kadın-erkek) psikolojileri ile ilgili görüşleri feminist hareketlerin temelini oluşturmaktadır. Freud psikanalizini daha sonra eksik bulduğu için geliştirdiği “Bütüncül Kuram” adlı kişilik
kuramının da mimarıdır.

1885 Yılında Hamburg’da erkek egemen görüşü savunan, gelenekçi babası Kaptan Berndt Wackels Danielsen’in ikinci evliliğinden doğan Karen, henüz çocuk yaşlarda cinsiyet ayrımından doğan adaletsizliklerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Hayatı boyunca karşı çıkacağı bu adaletsizlik karşısında mensubu olduğu ailesinden ve çevresinden dışlanmıştır. (Horney 2005)

Freud kuramlarından da tam olarak burada ayrılır Horney ve Kişiliğin belirlenmesinde biyolojik güdülerden çok, çevresel ve toplumsal koşulların rol oynadığını, nevrozlarla kişilik bozukluklarının başlıca nedeninin de bu koşullar olduğunu savunur. Ayrıca kuramında kişiliğin yapısı ve gelişimi ile ilgili fikirlere pek fazla yer vermemiş, daha çok nevroz, psikoterapi ve kadın cinselliği üzerinde durmuştur.

Nevroz ve kişilik gelişimi üzerine yaptığı çalışmalarını genel olarak; temel düşmanlık, temel kaygı, nevrotik ihtiyaçlar, görkem arayışı, nevrotik eğilimler, iç çatışmalar ve gurur sistemi adlı konu başlıkları altında toplamıştır.

Anne ve babası tarafından abisiyle kıyaslanarak görünüşü ve zekası küçümsenen Karen, şiddetli değersizlik, aşağılık ve düşmanlık duygularıyla boğuşarak büyüdü. Bu sevgisizlik, Horney’in daha sonra temel anksiyete adını vereceği kavramı beslemiş ve kişisel deneyimlerin, teorisyenin kişilik görüşleri üzerindeki etkisine bir başka örnek oluşturmuştur.
(Karen Horney Biographia Wikipedia)
Çocukluğundan gençlik yaşlarına kadar hayatı boyunca etkili olacak depresyonlardan ilkini abisine karşı duyduğu sevgisinin kabul edilmemesi ve geri tepmesiyle yaşayacak, henüz kendi kızı Bridgette yeni doğmuşken annesinin ölümü, hayatı boyunca süregelen depresyon nöbetlerinin temelini oluşturacaklardı.

Karen, Oscar Honey ile 1909 yılında Almanya’da henüz tıp öğrencisiyken evlendi. Kocası da babası gibi çocukyetiştirme konusunda oldukça otoriterdi.
Evli bir öğrenci
olarak okul hayatını sürdürüyor ve psikanalizin ön araştırmaları konusunda ilerliyordu. 1912 yılında Freud’un yakınarkadaşı olan Karl Abraham’dan eğitim almaya başlıyor, 1920’li yıllarının başında da çocuklarını yetiştirme konusunda değişiklikler yapacak önemli kararlar almaya başlıyordu.

Evliliği ve çocuklarının yetiştirilmesi üzerine aldığı radikal kararlarda, kocası Oscar’ın iş hayatında başarısız olup iflas etmesi ve bu durumun evliliklerine huzursuzluklar olarak yansıması oldu.

00horneyK7.jpg

Evliliği, tıpkı Freud’un “seçme, isteğe bağlılık” teorisini destekler nitelikteydi.
Kısa bir süre sonra abisinin ölümü, Karen’i yeniden şiddetli bir depresyonla baş başa bırakacaktı. Hatta abisinin ölümünden bir süre sonra tekne ile açık denizlere doğru ilerlemesi bir intihar girişimi olarak değerlendirilecekti.
Karen’in duygusal yaşamı çalkalanıyordu. Ani bir kararla çocuklarını alarak eşini terk etti. 1915 yılından itibaren
Berlin Psikanaliz Enstitüsünde öğrencilere eğitim veriyordu. 1932 yılında eşinden ve işinden ayrılarak ABD’ye gitti.
Önce Chicago’da ardından New York’ta yaşadı. Freud’un psikanaliz kuramının yeterli olmadığını görerek
başlattığı çalışmalar meslektaşları tarafından destek görmeye başladı. Entelektüel topluluk içerisindeki yakın
arkadaşlarıyla bir araya gelerek Psikanalizi Geliştirme Derneği ile Amerikan Psikanaliz Enstitüsü’nü kurdu.
Öldüğü güne kadar Enstitünün Dekanı ve Başkanı olarak görev yaptı. (Horney 2012 s.160)

1937 yılında ise psikoterapi üzerine çalışarak edindiği tecrübelere dayanarak geniş okuyucu kitlelerine ulaşan “The Neurotic Personality of Our Time” (Zamanımızın Nevrotik Kişiliği) kitabını yayınladı.

"Kişi büyük bir tehlike karşısında aktif ve cesur olabilir. Fakat kaygı durumumda kişi çaresiz hisseder ve gerçekten de çaresizdir. Çaresiz hale gelmek, gücün, üstünlüğün, her durumun hakimi olmanın ağırlıklı amaç olduğu kişiler için özellikle kaçınılmazdır."
-Zamanımızın Nevrotik Kişiliği-

anb-9780198606697-e-5005200-graphic-1-fu

Freud ve Feminist Karen;

Horney, meslektaşı Alfred Adler ile birlikte Yeni Freudcu disiplini şekillendiren isim oldu.
Freud’cu yaklaşımı reddettiği için New York Psikiyatri Enstitüsü Araştırma görevlerinden çıkarılan Horney, aslında birçok konuda Freud’la aynı görüşleri paylaşıyor olsa da, cinsiyetçi ve biyolojik bakışta ona eleştirel yaklaşıyordu.
Horney, araştırma görevlerine son verilince, bütünüyle kendi çalışmalarını ağırlık verdi ve 1945 yılında Our Inner Conflicts
(İç Çatışmalarımız) ve Neurosis and Human Growth (Nevroz ve İnsan Gelişimi) gibi çalışmaları sonunda Nevroz çözümlemelerini tüm dünyaya kabulettirmeyi başardı.

1-dr-sigmund-freud-psychoanalist-marcelo

Karen henüz Berlin Psikiyatri Enstitüsünde çalışırken, araştırmalardan elde ettiği sonuçları yeterli bulmuyor, bunun sebebini önceleri kendi tecrübesizliği ve yetersizliği olarak görüyordu. Fakat sonunda psikanaliz kuramının yeniden değerlendirilmesi gerektiğine karar verecek ve bunun için tek başına savaşmaya başlayacaktı.

Horney Freud’un bazı düşüncelerine karşı olsa da, genelde onun kuramlarını daha hümanist bir bakış açısıyla ve kültürel sosyal özelliklerle birlikte daha güçlü bir vurguyla yeniden tasarlayacaktı.
Freud’un aksine cinsellik ve saldırganlığın kişiliği belirlemede temel ögeler olmadığını savunuyordu. Freud’un, kadınların erkek cinsel organı kıskançlığı ve kompleksi tezine karşılık Horney, erkeklerin ‘rahim kıskançlığı’ yaşadıkları tezini ileri sürüyordu. Erkeklerin kadınlar gibi çocuk yapamamanın kompleksini yaşadıklarını ifade ediyordu. Ona göre, erkeklerin başarılarının altında bu yetersizliği giderme arzusu yatıyordu.

Yine, kadınların toplumdaki doğal yerlerine karşılık kendilerinin ancak başarı ve yetenekleriyle toplumda yer edinmiş olmalarının da erkeklerin kadınları kıskanmalarına yol açtığını savunuyordu.

Böylece Karen, Feminist Psikiyatri Çalışmalarının öncülüğünü yapıyordu. İlk kadın psikiyatristlerden biri olarak kadın psikiyatrını ele alan ilk sunumlardan birini o hazırlamıştı. 1922-1937 yılları arasında yazdığı on dört sunumu “Feminine
Psychology” (Dişil Psikoloji) adı altında birleştirip tek cilt haline getirdi. “The Problem of Feminine Masochism” (Dişil
Mazoşizm Problemi) isimli denemesinde, dünya çapındaki kültürler ve toplumların kadınları aşk, prestij, sağlık,
bakım ve korunma için erkeklere dayanmaya teşvik ettiklerini kanıtladığına inanıyordu. Toplumda erkekleri
memnun etme ve onlara aşırı değer verme yaklaşımının yanı sıra kadınların çekim ve güzellik objeleri olarak
değerlendirildiğini ifade ediyordu. Kadın, erkek, aile, ebeveyn-çocuk ilişkileri konularında kapsamlı denemeler yazan ve birçok kitap yayınlayan Horney, 1946 yılında insanların kendi kendilerinin psikiyatrı olmalarına yardımcı olmayı amaçlayan “Are You Considering Psychoanalysis?” (Psikoanalizi Hesaba Katıyor musunuz) isimli kitabını yayınladı.
Horney, kendi farkında olmanın daha iyi, güçlü, zengin bir insan olmanın bir parçası olduğunu her zaman vurgulamıştır.

Nevroz ve Kişilik Konusunda Teorileri;


Kendi döneminin Psikanalistlerine göre Nevroz ve Kişilik konularını farklı ele alan Horney için Nevroz;
korkular ve bunlara karşı kurulan savunmalar ile çatışan eğilimler için uzlaşmalı çözümler bulmaya yönelik girişimler
tarafından yaratılan ruhsal bir rahatsızlıktır.
Horney’e göre nevrotik hastaların en belirgin özelliği, insanlarla ilişkilerde benimsedikleri, kendilerine zarar veren bir tarzın içine sıkışmış olmaları ve başkalarıyla iletişime girerken kullandıkları yöntem, onları aslında çok istedikleri sosyal ilişkilerden uzak tutmalarıdır. İnsan ilişkilerinde benimsedikleri yıkıcı davranışlar, kaygılarını azaltmak için kullandıkları bir savunma mekanizmasıdır. Kişiyi gerçek benliğinden giderek daha da uzaklaştıran ve böylece kişisel gelişimini tehlikeye sokan bir süreçtir. (Horney, 2012 s.12)


Yine Freud’dan ve diğer meslektaşlarından farklı olarak Horney’e göre;
Narsizm insan doğasında yoktu. Narsizm, kişinin çocukluk çağındaki çevresel faktörlerin, insanın mizacı üzerindeki etkilerinden kaynaklanan bir “sonuç” olarak değerlendirilmeliydi.

Karen Horney 4 Aralık 1952’de, 67 yaşındayken New York’da yaşamını yitirdi.

6 Mayıs 1955’de anısına aynı şehirde ‘Karen Horney Kliniği’ açıldı. Klinik, hastalara ucuz hizmet vermenin yanı sıra sağlıkçılara da araştırma ve eğitim desteği sunmaktadır.


 

Derleyen ve Yazan, Psikoloji Editörü; Nur Ateş

new-homebanner-1080x675.jpg

HAFTANIN ŞİİRİ

 

Sevgilim sana İsa’dan ve Musa’dan bahsetmek istiyorum.
Ay’ın, Dünya’nın etrafında kaç kere döndüğünden,
Sivrisineğin tam kırk yedi dişi olduğundan
ve
Gök kubbenin altında konuşulan her dilden.
Saçlarının önüne düşüşünü,
Nasıl sevdiğimden bahsetmek istiyorum sana.
Sabahları evde çıplak ayak yürümeyi,
Sen uyanmadan masada çayı hazır etmeyi
ve
Tüm bunları yapmayı, en içten.
Sana kışın da bir mevsim olduğundan bahsetmek istiyorum.
İzmir’ e de bu sene kar yağdığından,
Sokaktaki aç çocukların birbirini nasıl bıçakladığından
ve
En bitmez denilen yolların yürünerek azaldığından.

Gel seninle gönlümüzdeki putları yıkalım,
Yeni bir lisanda konuşalım,
Sağ eli sol memenin üzerinde uyutalım.

 

Onlar bilmez.
Onlar kör ve sağır.
Onların ruhu satılmış,
Onlar sevdaya düşman
Ama sen bilirsin ki İstanbul dediğin yedi tepe,
Birkaç sokak
ve
Ders kitaplarındaki çizimden ibaret değildir Kızılırmak

Sana bozkırında bir bitki örtüsü oluşundan bahsetmek istiyorum.

Sevgilim, herkes farkında ki bir Anadolu var.

Öyle yabancı öyle mahzun hissetme kendini.

Elbette türkülerin coğrafyamızda yeri var.

İyisi mi gel seninle içimizde şeytanları taşlayalım.

Toplumcu, gerçekci olmaya gerek yok.

Mevzuya kişisel yaklaşalım.

Gayet aklı başında sevelim birbirimizi,

Dört mevsimde kalmasın.

Yeni bir dünyada avaz avaz bağıralım.

15010992755551616769116.jpg

Sana sevdanın olasılığından,

Aşkın psikolojik kutsallığından

ve

Gün batımı gibi yakan vedalardan bahsetmek istiyorum.

 

Üzülme sevgilim.

Sakın kederlenme.

Sadece senin değil,

Bu hayatta herkesin gönlünü en az bir kere kırdılar.
Bahçesinde çardağı olan müstakil ev mutluluğunda.
Şu beyaz çarşaf örtüsü mahremi üstüne bin tövbe edelim.

Gel seninle işleri yoluna koyalım.
Kendimizi toprağa emanet edelim.
Hatta sen koynumda yaşlan,
Çoğal saçlarımın uçlarında.
Bizden üresin her vicdanı hür evlat,
Özgürlük uğruna gerekirse tutsak.
Gönlümüzün kapılarına büyük harflerle yazalım
‘Yaşamak, ille de yaşamak.”


Bak bu şiir bir başkaldırıdır!
Bir nevi dövüşmek yumruk yumruğa.
Tut elimi,
Tut ki varoluşumuz manasını bulsun.
Bu dağlar, bu ovalar, bak bu tek valize sığan telaşlar…
Bunlar sevdanın olası can yakan kıvrımları,
Ama en iyi sen ve ben biliriz.
Bir insanın nasıl özlediğini yuvasını.


Eser; Nazlı Başaran

Çapa 4
artworks-000076446334-1x3qy8-t500x500.jp

ALINTILAR

“Söyleyecek şeyimiz olmadığından değil, söyleyecek çok şeyimiz var aslında ama bugüne kadar anlattıklarımız hiçbir işe yaramadığından, konuşmak istemiyoruz.”

 

"Sevgili kalbim, neden hâlâ apartman boşluğunun gün ışığı görmeyen penceresinden kuş sesleri beklersin.”


“Arkamda bıraktığım otuz küsür sene şunu öğretti bana:
Doğup büyüdüğü yere ait değil insan...
Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil...
İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait…”

“Hayatta ve insanlarda arayıp bulamadığım her şeyikitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi:
"İyi kitaplar dışında kimse elimden tutmadı..."

 

“İnsan, insanın hayal kırıklığıdır.”

 

“Sahi, ölmek isteyen bir kuş nasıl intihar eder?”

 

Ali Lidar - Tesirsiz Parçalar

Çapa 5

YAZARLARDAN DENEMELER

KAVUŞMA/Yazar; Sürrealist

 

Bir balonun üzerine yan yana iki nokta koy ve balonu şişir.
Aslında noktaların yerinde hiçbir değişiklik olmamasına rağmen aralarındaki mesafenin arttığını göreceksin.
Bir şeye karar vermeden önce duygu ve hislerinin çalkantı miktarını balona doldurduğun nefes gibi düşün…

 

Şimdi belki de bu yüzden; yıllarla birlikte giderek sönmekte olan duygularımla, koyduğum noktaların
birbirine yaklaştığını daha net görebiliyorum. Ya da yaşlandığım içindir. Bilmiyorum…

 

Bildiğim tek şey,

Benim noktalarım birbirine ne kadar yakın ya da uzak olurlarsa olsunlar, bu balon patlamadan birbirlerine asla temas edemeyecekler.


Tıpkı bizim gibi sevgilim.

indir (2).png
Çapa 6

Fikret 2018’e Veda Ediyor
Yazar: UfukAr

Öyle rezil bir yılı devirdi ki, yeni yıldan ve sonrası gelecek yıllardan bir şey bekleyecek takati yoktu. Geçen sene yılbaşında ne yediğini, ne içtiğini, nereye kustuğunu, o gece kiminle yatmak istediğini ama nerede otuz bir çektiğini hatırlıyor olmasına karşın, ondan bir gün önce veya bir gün sonra ne olup bittiğini hatırlamıyordu.
Böyle saçmalık mı olurdu?


Hepi topu 365 gün değil miydi bir yıl?
Niye beklentiler hep yıl başlarına, ay başlarına hafta başlarına yığılıyordu?
İnsanlığın bu baş sevdası neydi? Manyak mıydı insanlar?
İlk işi Salı akşamı bu konuda Osman ile susmak olacaktı çünkü Osman yeni ayrılmıştı sevgilisinden. Şimdi ona “Amerika’mı yönetiyor Asya’yı yoksa Rusya’mı?” diye soracak olsa, Osman sigarasından derin bir nefes çekip Fikret’in yüzüne ağlayan gözlerle bakacak ve “Atalay” diye cevap verecekti.

Çünkü eşcinseldi Osman. Atalay ile yeni bitmişti ilişkileri. Atalay ile yatıp kalkamayacağı için uzun bir süre Atalay ile yatıp kalkacaktı.
 

Eskiyen yılın muhasebesini yapmadan, yeni yıldan birşeyler bekleyenlere gıcık oluyordu Fikret.

Eskisinden hesap sormayan, yenisinden hiç soramazdı. Hakkı yoktu. Birine öyle, birine böyle davranılmazdı bu yılların.
Diyelim ki 2018’i masaya yatırıp beklentileri üzerine bir muhasebe yaptı ve zaten bildiği üzere beklentilerinin
neredeyse hiçbiri gerçekleşmediğini gördü, hele hele 2017 gibi rezil bir yıl ile kıyaslarsa daha kötü bir yıldı 2018.
Peki ne olacaktı? Kozmos mu acıyacaktı Fikret’e?
Fikret 2015 yılından beri aynı Fikret idi… Ne olacaktı ki?

 

Yok arkadaş, 2017’sinden ve 2018’inden belliydi ne bok yiyeceği 2019’un. Boşu boşuna kasmayacaktı kendisini.
Uyuyacaktı yılbaşı gecesi. Yaşasındı bütün sıradan günler. Başından sonuna hiç suçu yokken “ulan şunu
şöyle yapmasaydım bu iş böyle olmazdı, bunu böyle yapsaydım daha güzel olurdu.” adlı KEŞKE’lerinden bir
tanesi bile yokken, 2019 ne getirecekti ki götüreceklerinden başka?

 

Çapa 7

Daha bu sabah yaşamıştı küçük çaplı bir hayal kırıklığı.

Fikret için hızla AVM’leşen, süpermarketleşen bu dünyada bakkalların, manavların ayrı bir yeri vardı.

Onları kâr amaçlı işletmeler olarak değil de aile işletmesi gibi, amcası, dayısı, eniştesi gibi, hayır işi yapan güzide insanlar olarak görmeyi tercih ediyordu. Yaz demiyor, kış demiyor dört mevsim ne ihtiyacı olursa olsun küçük esnaftan yapıyordu alışverişini.

Sabah evden çıkıp ekmek almaya gittiğinde sımsıcak gülümsemesine tav olup tezgahına dikildiği manav Kemal’in domateslerinden aldı. Sabah kahvaltısı kendiliğinden şekillenmişti o anda. Domates, peynir ve zeytin. Bakkal Rıdvan’a doğru koşup dükkandan içeri girdi. Bakkal Rıdvan abisi, her zamanki gibi tam da kendisinden beklenen yavaşlıkta sergilediği umursamazlığıyla, oturduğu kasanın başından karşı duvarında asılı duran 32 ekran tüplü aptal televizyonu
izlerken, Fikret tezgahın önünde duran zeytinleri gösterip “Abi şurdan 150-200 gram versene.” dedi.
Rıdvan abi hiç cevap vermeden kese kağıdını açtı. Tenekenin içinden küçük bir faraşımsı kaşıkla kese kağıdına zeytinleri doldurdu, kağıdı tartıp Fikret’e uzattı. Parasını aldı. Yavşak yavşak gülümseyip kasaya doğru gitti ve sandalyesine oturarak televizyona döndü.


Bakkalın durumu boktan beterdi. Rıdvan’ın sessiz bekleyişi kendisini suçlu hissetmesine sebep oldu.
Daha çok alışveriş yapmalıydı belki de. Eve dönüş yolunda bakkalı, kasabı, manavı nasıl eskisi gibi güçlü
esnaflar haline getirebileceğini düşündü. Eve geldi. Zeytini sudan geçirip ağzına bir tane attı,
sonra bir tane daha, ve bir tane daha… İğrençti tadı. Bir tane daha… Acı,çürük tat bütün dünyayı kapladı.
Orospu Rıdvan’dı. Orospu 2018’di. İşte böyle böyle tükenip gitmişti insanlık.

Devrilen yılların suçu günahı neydi?

KAYIP BİR FISILTI

Yazar: Kayıp

Fazla başınızı ağrıtmayacağım. Yaşamaya Dair İç Burkan Bir Detay paylaşmak istedim.


Geçen hafta kuzenimin kızı Nisa ile babaanneye (teyzem) hediye almak için birlikte dışarı çıktık.
Bir amca olarak 5 yaşındaki yeğenimle ilk kez dışarı çıkmanın ezikliğini yaşadım. En sevdiğim teyzemin torunu…
Ayıp diye bir şey var ve bu durum kapsama alanına giriyor bence. Canımız sağ olsun, birlikte amca yeğen daha nice zaman
geçiririz diye ders alarak el ele mağazaları gezmeye başladık.

 

Mağazanın birinin önünde bir dilenci. Sırtında bir bebek.
Hava buz. Yağmur çiseliyor. Kışa beş var. Bebek hava muhalefetinin tüm olsumsuzluğuna rağmen çorapsız, pabuçsuz. Kıpkırmızı küçük ayakları. Nisa bir süre kadına ve bebeğe bakıyor. Ben cebimdeki iki lirayı uzatıyorum kadına.

 

Kadın teşekkür ediyor, dua ediyor. Nisa elimi tutuyor sıkıca. Küçücük ağzıyla elime bir öpücük…
Otobüse biniyoruz. Nisa dışarı bakıyor. Konuşmuyor hiç yol boyunca. Eve varıyoruz.

Anne işten gelmiş. Babaanne kendi doğum gününe pasta yapıyor. Nisa odasında annesine gördüğümüz dilencinin
bebeğini anlatıyor ve soruyor "Anne neden annesi ayakkabı giydirmemiş?”

Anne diyor ki “Paraları yokmuş kızım, ondan. Herkes şanslı doğmuyor.”
 

Öyle ya. Ne kadar çok istesek de herkes eşit olsun desek de böyle olmuyor. Nisa’nın sesi çınlıyor kulağıma.
“Bir daha Kartal’a inersek küçülen ayakkabımı götürelim mi anne?”

 

Mis yürekli lise terk anne, ortaokul terk baba (kuzenim) paylaşmanın kıymetini anlatmışlar demek ki kızlarına.
Mis yürekli bir çocuk yetişiyor. Bir ayakkabıyla bütün sorun çözülecek sanıyor ama olsun.
Ben de biraz öyle sanacağım. Sahte de olsa bir rahatlamaya ihtiyacımız var toplum olarak.
Güzel çocukların yetişip büyümesine çok ihtiyacımız var.
Ayakları üşüyecek çok bebek var ve hepsinin de Nisa’ların büyümesine ihtiyacı var.

Çapa 8

KAYIP BİR ÖYKÜ
Yazar: OuzM

Uzun bir kıştı. Üşümüştüm... Sakince bekliyordum sonu. Acı yoktu. Endişe yoktu, panik yoktu, yaşamak yoktu.
Hiçbir şey yoktu. Ara sıra rüzgara bırakmasam yüzümü, gömülecek haldeydim.

Tam da pes etmişken, çoktan teslim olmuşken buzul bir iklime, bir tebessüm çarptı gözüme.
Bahar gibi. Yaşamak gibi.
Denizin sesine çırpınarak koşan carettaların kalbiyle aynı atıyormuş kalbim.
Sonra çok konuşma, çok gülme, çok sarılma, çok sevişme.


Çok üşüyorum. Yine aynı kış. İşin içine bir de aşk girdi.
Özlemek var, Acı var, endişe var, panik var.

Üstelik sırf o gülümseyecek diye yaşamaya inanmışken, yine gömülecek haldeyim…

indir (3).png
Çapa 9
indir (4).png

Muhsin'e

​Yazar: Kayıp

Muhsin, hadi uyan aslanım.
Seni rüyamda gördüm dün gece.
O sevdiğin kadının saçlarını koklayıp sarılırken,
Bana gülümsediğini gördüm.
Sonra elimize boyaları alıp gökyüzü çizdik duvarın birine.

Lütfen uyan Muhsin.

O sarındığın beyaz renk sana hiç yakışmıyor.

Uyan ki onu da boyayalım iki gözüm.
Hadi Muhsin.

Sevdiğin kadının saçları için,
Annene yazacağın mektup için,
Dost ettiğin benim için,
Allahını seviyorsan uyan.


Seninle dilini bilmediğimiz yerlere gidip,
Türkçe kahkahalar atacaktık.
Sensiz bu coğrafyanın
Ve tüm yabancı dillerin sesi soluğu kesildi işte oğlum,
Gel inat etme.

 

Dünya hâlâ dönüyorum zannediyor,
Annen hiç ölmediğini,
Ben de bir gün her şeyi yoluna sokacağımı…
Olmuyor işte...
Uyan be Muhsin.

Bu işler ölmekle de olmuyor.

Çapa 10

FİLM FISILTISI

​Derleyen: Kayıp

Fasle Kargadan / Gergedan Mevsimi / Rhino Season


İran Devriminin yaşandığı dönemde siyasi içerikli şiirler
yazdığı iddiasıyla hapse atılan ve yakınlarına öldü
denilen devrim karşıtı İranlı şair Sadegh Kamangar’ın
hayatından esinlenerek çekilmiş. Yönetmenliğini Mayıs
2009’da İran’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan Bahman
Ghobadi’nin yaptığı ve yapımcılığı BKM’nin üstlendiği
filmin dikkat çeken detayı oyuncuları. Monica Belluci gibi
bir dünya devi olan yıldıza Beren Saat, Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk ve Belçim Bilgin eşlik ediyor.

 

Filmin konusu; Sahel, devrimden sonra kurulan İran İslam
Rejimi tarafından eşi Mina ile beraber gözaltına alınır.
Sahel, siyasi şiirler yazmak gerekçesiyle suçlanır, karısı
Mina ise kendisinden boşanmayı reddetmesi üzerine
işbirlikçi sayılarak hapse gönderilir.
İslami rejim gelmeden önce ailenin şoförlüğünü yapan
Akbar karakteri, İslami totaliter rejime destek veren
kişilerin ve bu rejimden en çok kimlerin yararlandığını
gösteren bir karakter. Mina’ya gizli bir aşk besleyen
Akbar, devrim öncesi (Şah dönemi) generallerden birinin
kızı olan Mina’dan aşkına cevap alamaz. Hatta aşkı
yüzünden horlanır. Film Akbar karakteri ile İran İslam
Rejiminin kuruluş dinamiğini, Şah döneminde ezilmiş,
horlanmış kesimlerin üst sınıflardan intikam alması
olarak ele alıyor.

max1353417468-front-cover.jpg

Bugün İran’da hayatın her alanına görülen totalitersistemin, İslamdan ve İslamcılıktan uzak, dindarlıkmaskesi altında dayatılan eşitsizliklerden beslendiğinigözler önüne seren filmde; yeni rejimde kendine iktidaryanlısı olarak yer bulan Akbar, iktidarın gücünü arkasınaalarak Mina’ya sahip olabileceğini düşünüyor. 30 yılsonra hapisten çıkan ama öldü bilinen Sahel ise, Mina’yıbulmak ümidiyle onun arkasından İstanbul’un yolunututuyor.

Görüntü yönetmeninin etkileyici karelerle harikalar
yarattığı film hakkında en iyi yorumu, filmin dünya yıldızı Monica Bellucci yapıyor.

“Bu film insanların güç sahibi olduklarında neler yapabileceklerini göstermesi bakımından önemli.
Aşk, esaret, tutku ve direnişçi bir hikaye ile içgörü
yapmamız gerektiğini hatırlatan bir film.”

Çapa 11
indir (5).png

Bir insanı yatakta, kendi kendineyken düşünelim, bir de bu insanı toplum içerisine çıkarıp ağzına mikrofon dayadığımızı düşünelim. Bu iki hali arasında müthiş bir fark olacaktır, insanın iki uç yanıdır bu. Ben işte o yatakta, hiçbir şeye angaje olmadan, hiçbir şeyin varlığını hissetmeden, en basit, en çıplak, belki de en çirkin haliyle ilgileniyorum insanın.

 

-Zeki Demirkubuz-

Çapa 12

“Bu dünya, hep daha fazlasını isteyen insanlara

daha fazlasını vermek için dönmüyor.”

 

-Kayıp Bir Kıta-

indir (1).png
DstKN7AWoAE1AHu.jpg

Bu Sayıda Emeği Geçenler
Psikoloji Editörü : Nur Ateş
Edebiyat Editörü : UfukAr
Sadece Yazar : OuzM
Sosyoloji ve Felsefe Editörü : Sürrealist
Tasarım Filan İşleri ve Yazar : Kayıp Bir Kıta (Kayıp)
Bi de bizim Özkanca ve Nihil var.
Gelecek sayıda tanışırsınız kendileriyle. (Umarız)

Her ayın 5’i
15’i ve 25’inde buralardayız.
Sizler de bu sayfalarda yeriniz olsun isterseniz
kayipfisiltilar@gmail.com adresinden bizimle iletişime
geçebilirsiniz.
Bir şey daha var sevgili okur;
Görüş, öneri, fikir ve eleştirilerinize çok ihtiyacımız var.
Esirgemeyin lütfen, olur mu?

bottom of page