Sayı: 3
25 Aralık 2018

KAYIP FISILTILAR
"Her şeyden önemlisi, tutkulu bir aşk yaşadık.
Tutkulu bir son hak ediyordu."
-Marina Abramoviç-
MARINA ABRAMOVİCH
HAFTANIN KONUĞU
"Ulay ile ayrıldıktan sonra günlüğümü açtım ve
'Tanrım... Şişmanım, çirkinim ve arzulanmıyorum. Hem sevdiğim adamı hem de işimi kaybettim. Geriye bir şeyim kalmadı.' yazdım.
Hissettiğim şey sadece boşluktan ibaretti. Korkunç bir boşluk..."

Yukarıdaki sözler; Performans Sanatının öncü isimlerinden dünyaca ünlü sanatçı Marina Abramovic'in kendi adına çekilen otobiyografi niteliğindeki belgesel filminden. 14 yıl birlikte olduğu sevgilisi Ulay ile 1989 yılında ayrılmaya karar vermeleriyle birlikte sergiledikleri Çin Seddi üzerindeki Great Walk adlı performans üzerine söylüyor bu sözleri.
Bir çoğumuz Marina ve Ulay'ın aşk hikayesini sanatçının New York Modern Sanatlar Müzesinde (MoMa) sergilediği The Artist is Present performansında 21 sene sonra ilk kez göz göze geldikleri ve oldukça duygusal anlar içeren video ile öğrendik. Bu video sosyal medya da patlayınca arama motorlarında en çok aranan kelimeler Marina and Ulay oldu. Google Trend'e göre Marina and Ulay son 12 ay içinde 157 bin kez aranmış. Türkiye de Marina ve Ulay kelimeleri ise 1517 kez aranmış. Yine son bir yılda Marina Abramovic kelimeleriyle arama sayısı 389 bin...
Kendi tabiriyle "Anlaşılmak çok zaman alan bir şey." Marina'ya göre sanatının anlaşılması tam 40 sene sürmüş. Bize göre de maalesef ki tanınması...
Marina Abramovic 30 Kasım 1946 yılında Eski Yugoslavya (Şimdiki Sırbistan) Belgrad'da doğdu.
Komünist Tito yönetimindeki Yugoslav ordusunda görev yapan rütbeli asker baba Vojin ile Sanat Müzesinde müdür olan Anne Danica'nın ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Anne ve babanın siyaset içinde etkin rol almaları yüzünden Marina'yı büyük annesi Milica Rosic büyütüyor. Görevinden dolayı babası ve Ortadoks kilise müdavimi olan büyük annesiyle hem askeri hem de dini disiplinle büyüyen Abramovic annesi Danica sayesinde sanat ile erken yaşta tanışıyor. Çocukluğundan itibaren annesiyle birlikte resim çalışmalarına başlayan Marina, 1965 yılında Zagrep Güzel Sanatlar Akademisinde Resim-Heykel eğitimi almaya başlıyor. Eğitimine devam ederken de insan vücudu ile beden ve ruh ilişkisini birleştiren performans sanat türüne ilgi duyması çok uzun sürmüyor. 1972 yılında yüksek lisansını tamamladıktan hemen sonra da figüratif ve soyut eserleri üzerine çalışmalara yöneliyor.
1960'lı yıllarda sanatta büyük dönüşümlerin yaşandığı, sanatın alt türlerinin çoğaldığı, yeni sanat akımlarının ortaya çıktığı bir dönem olmuştu. Bu süreçte beden, sanatın içinde obje ve nesne olarak baş konuma yerleşiyor ve bedenin konu olduğu sanat akımları daha fazla dikkat çekiyordu. Marina okulundan mezun olduktan sonra heykel ve resim çalışmalarını sergilemeye başlasa da eğitim almaya başladıktan sonra etkilendiği performans sanatlarına yönelmesi de uzun sürmeyecekti.
1970 yılında beden, ruh ve bilinç sınırlarını zorlayan (sergilendikçe ses getirecek olan) Ritim performanslarını tasarlayan Marina, Nesa Primovic ile evlenir. Bu arada resim ve heykel ile uğraşmaktan tamamen vazgeçmiştir. Dönemin kavramsal sanatçıları ile birlikte Ritim performanslarını geliştirir ve 1973 yılında çok ses getiren performanslarını sergilemeye başlar.
"30 yaşıma kadar saat 10'da evde olmak zorunda olduğum bir hayat yaşadım.
Çocukluğum ve gençliğim ile birlikte hareketsizlik, sessizlik ve dayanıklılık konusunda edindiğim sanatsal deneylerimde aldığım sıkı eğitimin de katkısı var.
İsyankar karakterimle geçmişim birleştiğinde sanat enerjimin nelere kadir olduğunu ispatlamaya ölene kadar devam edeceğim."
Performans sanatlarında bedenin (Body Work) kullanılması, sanat akımlarındaki biçimciliğe karşı muhalif ve yaşam sanat sınırlarını ortadan kaldırma amacıyla alternatif malzeme ve yöntemler geliştiren anlayış sunmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde Marina Abramovic; Ritim serisi performanslarına bedenini ve her türden nesneyi dahil ederek, sanattaki klasik normları altüst edecekti.
Performans sanatçıları, tiyatro sanatçılarından farklı olarak seyirci ve oyuncunun bedenlerinin bir arada oluşunun farkındalığını yaratmayı hedeflemektedir. Performans sanatı ile tiyatro arasındaki en belirgin farklılık ise sanatçının sergilediği performansın senaryo veya konu dışında, izleyicilere göre şekillenmesidir. Sanatçı gösterim anında, seyircinin anlık geliştirdiği tepkileri hissederek veya görerek algılamaktadır. Sanatçının yaptıklarına seyircilerin verdiği tepkiler, aynı zamanda seyircinin yaptıklarına oyuncunun verdiği tepkiler ve her ikisinin de her performansta farklı bir şekilde oluşmasına feedback (geri bildirim) döngüsü adı verilmekte, böylece sergilenen her performansı özgün kılmaktadır.

Marina Abramovic sanatçı arkadaşları Joseph Beuys ve Herman Nitzch ile geliştirdiği Ritim 10 performansını 1973 yılında sergiledi. Ardından İzleyicileriyle fiziksel ve zihinsel temas kurmayı hedefleyen, sınırları zorlayan sıra dışı performanslarını ardı ardına sanatseverlerle buluşturdu. 1974 yılına kadar Ritim 0, Ritim 4, Ritim 5 performansları ile Avrupa'lı sanatseverlerin dikkatini çekmeye başladı. Bir yandan da Belgrad'da küçük bir sanat galerisinde öğrencileriyle birlikte
Artık büyük galerilerden teklifler alıyor, Avrupa'nın önemli sanatçılarının bir araya geldiği toplantılardan davetler geliyordu.İşte hayatının aşkıyla da bu toplantılardan birinde tanışacaktı.
Bu arada Marina, Ritim 0 (sıfır) performansı ile kendi bedenini izleyiciye denek olarak teslim ederek dünyada çok ses getiren bir gösteriye imza atmıştı. Bir masaya silah, bıçak, kuş tüyü, ceket, fotoğraf makinesi, ip ve kalem gibi 72 değişik nesne konmuş, bir kağıda da "Sanatçıya İstediğinizi Yapabilirsiniz." yazılarak aynı masanın üstüne bırakılmıştı.
Novi Sad Üniversitesi Sanat Fakültesinde Ders verdiği öğrencileri performans sırasında gözetmen olarak izleyicilerin arasına dağıtan Marina, sergi boyunca ayakta duracak ve sanatseverler masada duran nesnelerle dilediklerini yapabileceklerdi. Elbetteki serginin amacı, performansı izlemeye gelen kişilerin masadaki nesnelerle ne kadar ileri gidebileceklerini göstermekti. Yani sanat severler, kendilerine sunulan 72 nesne ile kendisine karşı koymayacak bir sanatçıya neler yapacaktı?
Performansın başlangıcında kendisine dokunanlar, gülümseyenler, gömleğinin düğmelerini çözenler, sarılanlar, yanağından öpenler oldu. Kuş tüyü ile yüzüne dokunanlar ilerleyen saatlerde çığırından çıkacak şeyler yapmaya başlayacaktı. Marina tepki vermiyordu... Bu insanların tepki alması için tacizlerin artmasına sebep olacaktı.
Biri yüzüne tükürdü. Birileri sanatçıyı çıplak hale gelecek şekilde soydu. Biri üzerine yazı yazdı. Marina karşı koymuyor fakat gözyaşlarını da tutamıyordu. Kalabalık giderek hayvanlaşıyordu ki Abramovic Enstitüsü tarafından yayınlanan aynı isimli aylık sanat dergisinin 2014 Mart sayısında kendisiyle yapılan röportajda, Ritim 0 performansı için tam olarak bunu göstermek istediğini dile getirecekti.
Göğüslerine ve vajinasına dokunarak taciz edenler bununla kalmayacak masaya yatırarak tecavüze yeltenecekti. Bu arada bıçakla boğazına ve göbeğine yara açanlar olmuştu. Tüm bunlara karşı koyanlar, sanatçıya gösteriyi sonlandırması için yalvaranlar da oluyordu fakat Marina öğrencilerine "Biri eline silahı alıp bana doğrultana kadar müdahale edilmeyecek." direktifi vermişti. Nitekim öyle de oldu. Bir izleyici eline silahı aldığında diğer izleyiciler ve öğrencileri silahlı kişinin üzerine hücum etti. Gösteri böylece sona erdi.
"İzleyicilerden birisi silahı alıp bana doğrulttuğunda diğer izleyiciler çığlık çığlığa kaçıştılar. Performansın sunum amacı buydu. İnsanların nasıl canavarlaşacağını ve kendi yarattıkları canavardan nasıl kaçmak zorunda olacaklarını onlara göstermek."

Bu performans sanat camiasında büyük yankı uyandırmıştı. Ve Avrupa'nın büyük sanat galerileri tarafından Marina ve Ritim performanslarına büyük ilgi duyulmasına sebep olmuştu. Marina Abramovic artık tüm dünyada iki şekilde anılıyordu.
1- Yeni bir sanat formu oluşturan sanatçı
2- Deli
Eşini terk ettikten sonra hayatına Amsterdam'da devam etmeye karar veren Marina'nın yolları Ulay ile yine bir toplantıda kesişecekti.
Kendi adıyla yayınlanan belgeselde yine kendi ifade ettiği gibi 1975 yılında Amsterdam'da karşılaştığı Ulay ile 1976 yılında yine bir toplantıda buluştuklarını ve sanatlarını birleştirerek işbirliği yapmaya karar verdiklerini söyler. Ulay hayatına girdikten sonra çiftin büyük bir aşkla birbirlerine ve sanatlarına bağlarının kuvvetlendiklerini Marina Abramovic adına hazırlanan belgeselde defalarca dile getirdi.

"Kesinlikle hayatımın en mutlu günleriydi.
İlk gördüğüm andan itibaren önce gözlerine sonra her şeyine aşık olduğum kadınla birlikte özgürce, aşkın ve sanatın içinde yaşıyordum."
-Ulay-
Ulay 1943 yılında Almanya-Solingen'de doğuyor. Erken yaşta babasını kaybeden bir genç olarak kendi deyimiyle baba olmayı erken deneyimlemek istiyor ve 20 yaşında evlenip 21 yaşında baba oluyor. 24 yaşına geldiğinde karısını ve çocuğunu terk edip Avrupa'yı gezmeye başlıyor. Prag'da yerleşik yaşamaya karar vermişken ülkede savaş başlıyor ve Prag'dan kaçarak Amsterdam'a yerleşiyor.
Fotoğrafçılık eğitimini aldıktan sonra kişisel çalışmalarını 1968 yılından itibaren sanatseverlerin ilgisine sunmaya başlayan Ulay, Poloroid çekimlerini aforizmalarla süslüyordu. Fotoğraf sanatıyla ilerlerken bir yandan da kişisel ve toplumsal seviyelerde kimlik kavramlarını araştıran Ulay, deneyimlerini sanatına yansıtıyordu. Böylece performans sanatına da ilgi duymaya başlamıştı.
Bir yandan fotoğraf sanatını sürdürürken bir yandan da aktivist kimliğiyle savaş karşıtı gösterilerde ön planda görünüyordu. Ülke ülke geziyordu Ulay ve fotoğraflarında da kişisel tematik performanslarını ve savaş karşıtı eylemleri sergiliyordu. Amsterdam'da sanatseverlere sunduğu "İnsana Savaşla Dokunmak" sergisi Avrupa'da ses getirirken sergisi sırasında katıldığı toplantıda "Hayatımın en mutlu günleri." diye adlandırdığı aşkıyla tanışacaktı.

Analog Polaroid Fotoğrafçılık ile "sürükleyici izleme" hedeflediği eserlerini geliştirmek için performans sanatına yönelme arayışındaki Ulay, Amsterdam'da bir araya geldiği Marina'nın Body Work performanslarını kendi çalışmalarıyla birleştirme fikrini kendisine sunar. Böylece Marina ve Ulay, kadın ve erkek bedenine (genellikle kadın temalı) insanların eril ve kadın bakış açısını ve sorgulamayı performanslarına konu ederek 12 sene sürecek sıra dışı ve provakatif sanat çalışmalarına imza atacaklardı.
İkili birlikte icra ettiği çalışmalara Performans Fotoğrafçılığı adını vereceklerdi.
İnsanı, bedensel ve ruhsal sınırları zorlayarak deneyimlemeyi sanatsal hale getirmekle uğraşıyorlardı. İkisi de estetikleşmeden kaçınıyor izleyiciler ve kamera karşısında yaşanan duygu ve hislerin yoğunluğuna odaklanıyorlardı.
1988 yılına kadar ses getiren gösteri ve performans sergileyeceklerdi.
Ulay sevgilisi Marina'nın etkisiyle tamamen performans sanatına yönelmişti. Birlikte çalıştıkları Performans ve Vücut Sanatı disiplinini geliştirerek İnsan, Beden ve Zihin temalı araştırmalar yaptıkları çalışmalarla modern sanata yön veren ikili olacaklardı.
Amsterdam'da sanatın merkezinde yaşıyorlardı. Birlikte gezerek çalışmaya karar verdiler ve 1977-1979 yılları arasında Avrupa2yı bir karavanla dolaştılar. Bu arada Amsterdam Stedelijk, Belgrad SKC, Kassel Documenta ve Cenevre Musée D'art et D'histoire müzelerinde Relation Works gösterilerini sundular. Imponderabilia adlı performans eserlerini, Bologna Galleria Comunale d'Arte Moderna'da sergilediler. 1979 yılında aynı karavana atlayıp 9 ay boyunca Pintubi kabilesiyle yaşadılar. Büyük Victoria Çölünde yaşadılar. Aborjin Kültüründen etkilenerek Nightsea Crossing adlı performanslarını tasarlayıp ilk kez Sydney'de Güney Galler Galerisinde sergilediler (1980-1981)
Bu performans daha sonra Marina tarafından Artist İn Present olarak güncellenecek, Marina ve Ulay o duygusal video ile New York MoMa'dan milyonlarca kişiye ulaşacaktı.
1982 yılında Nightsea Crossing, Documenta 7 performanslarıyla Avrupa'da fırtına gibi eseceklerdi. Köln, Düsseldorf, Berlin, Kassel, Vien, Zürih, Prag, Amsterdam, Paris, Brüksel, Amerika ve Kanada'da ise Chicago ve Toronto şehirlerindeki müzelerde ve sergi salonlarında gösteriler düzenlediler. Meditasyon tekniği vipassana'yı uygulamak için Hindistan Bodhgaya'ya seyahat ettiler. Yılın sonuna kadar Kuzeybatı Hindistan'daki Rajasthan'a ve Thar Çölü'nde yaşadılar.
1983 yılında ise Nightsea Crossing'in yeni bir versiyonunu gerçekleştirmek için Tibetli lama Ngawang Soepa Lucyar ve Aborjin Charlie Taruru Tjungurrayi'yi, Büyük Victoria Çölü'ndeki seyahatlerine davet ettiler. Dört gün boyunca Fodor Müzesinde sergiledikleri Nightsea Crossing Conjunction performansı, o tarihten itibaren günümüze kadar her sene aynı müzede 4 gün boyunca kesintisiz olarak yayınlanmaktadır.
1985 yılına kadar Avrupa'da özellikle de 5 yıl boyunca Fransa Lyon şehrindeki Saint Pierre Sanat Müzesinde yılda iki kez sergiledikleri Nightsea Crossing performansına yine bir Hindistan gezisi ile ara verdiler. Bu kez Modus Vivendi gösterilerini geliştirmek üzere çalışmalara başlayıp 1986 yılına kadar bu eserlerini çeşitli galeri ve müzelerde sundular.
1986 yılında Modus Vivendi'yi Çin seddinde sergilemek istediler. Bunun için Çin'de yetkili makamlardan bir kaç kez izin talep ettiler fakat olumlu yanıt alamadılar. Marina ve Ulay aynı sene aşklarını sona erdirme kararı aldılar. Anlaşmaları yapılmış gösterileri tamamladıktan sonra da Lyon Saint Pierre Sanat Müzesinde son gösterilerini yapıp ortak sanat çalışmalarına da son verdiler. 12 sene süren aşk ve 13 sene süren sanat birlikteliği sona ermişti. Ulay'a göre asıl hikaye de aslında burada başlamaktaydı.
"Çin Seddini yürürken sevgili değildik. Aşk bitmişti ama ne fark eder ki?
Ayrılmaya karar verdik diye 12 sene boyunca yaşadığımız aşk yaşanmamış olmayacaktı.
90 gün boyunca Marina Ulay'ına, Ulay'da Marina'sına aşkla yürüdü.
Bu yüzden bu performans "aşkın ve ayrılığın" en büyük sanatsal sembollerinden biri oldu."
-Ulay-
Ulay, Tempo dergisinden Burak Tatar'a İstanbul'da verdiği röportajda yukarıdaki cümleleri kurmuştu. Sanata ve insana dair ortaya çıkardıkları eserler şaşkınlık yaratır derecede büyüleyici düzeydeydi. Sadece ‘Büyük Duvar Yürüyüşü’ ile bitirdikleri aşk değildi onları etkileyici kılan. Marina ve Ulay çağdaş sanat dünyasına derin izler bırakmışlardı. Bologna Çağdaş Sanatlar Galerisi’nin girişindeki kirişte karşılıklı çırılçıplak halde durdukları 'Imponderabilia' performansında iki sanatçının arasından geçen izleyicilerin yüz ifadelerinde, çıplaklığın ne büyük bir tabu olduğunu görmüştü insanlar. ‘Breathe In/Breathe Out' performansında burunlarını tıkayıp soluksuz öpüşmeye başladılar. Sadece birbirlerinin nefesini alıp birbirlerine veriyorlardı. 17 dakika sonra ikisi de bilinçlerini kaybetmiş halde baygın düştüler. İlişkilerin şiddet, acı hatta bir parça ölümle sonlandığını sanatseverlere sunmak için sergiledikleri bir çalışmaydı bu. Ulay’ın elindeki okla Marina’nın kalbini hedef aldığı performansında ise çiftin olağandışı kalp atışları mikrofonla ziyaretçilere aktarıldı. İzleyenlere Marina ve Ulay’ın heyecanı hissettirip aynı anda güven duygusunu sorgulatmışlardı.
Marina "Aşk güzeldi ama işlerimiz de giderek yoğunlaşıyordu. Ulay bunu istemiyordu çünkü karşılığında kazandığımız para bizi kurumsallığa itiyordu. Ulay'ın aşkı, biz kurumsallaştıkça köreldi." diye anlatıyor kendi belgeselinde.
Ulay'da kansere yakalanmadan önce kendi adıyla çekimlerine başlanan belgeselinde "Aşkta iyi çocuk, sanatımda kötü çocuktum. Aşk ve sanat yani iyi ve kötü bir arada beni çok yordu." demişti.
1986 yılında Marina ve Ulay'ın Çin Seddinde sergilemek istedikleri performans için yetkililer tarafından izin çıktığında Lyon'da son gösterilerini yapıyorlardı. Aslında Ulay'ın hayali Modus Vivendi adlı performanslarını Çin Seddinde sergilemek ve performans sonunda Marina ile evlenmekti. Fakat izin gelene kadar aşklarını sona erdirmişlerdi. Lyon Saint Pierre Sanat Müzesinde yapacakları iki gösteri daha kalmıştı ve sonra sanat birliktelikleri de son bulacaktı. Sondan bir önceki Modus Vivendi performanslarını bitirdiklerinde Çin'li yetkililerin onay haberini aldılar. Ulay eski sevgilisine fikrini sorduğunda Marina "Her büyük aşk, tutkulu bir vedayı hak eder." dedi. Marina Çin'e gitti. Ulay Amsterdam'a. Ve bir yıl boyunca The Great Wall Walk performanslarına hazırlandılar. Aşklarına ve birbirlerine veda edecekleri manevi bir yolculuk yapacaklardı. Performans, Çin seddinin iki ucundan yola çıkacak sevgililerin ortada buluşup birbirlerine veda etmesi üzerine kuruldu.
Marina fotoğrafçı arkadaşı Murray Grigor ile birlikte Çin Seddinin doğudaki başlangıcı olan Shanhai Geçidinden yürümeye başladı. Ulay ise Gobi Çölündeki başlangıç kapısından... Çift yaklaşık olarak 2500 km yolu geride bırakıp ortada buluştuklarında aradan 90 gün geçmişti. 90 gün boyunca her ikisi de 2500 km yol yürüyüp, birbirlerine son kez sarıldılar. Son kez bakıştılar. Vedalaştılar ve ayrıldılar...
Marina Abramovic, Artist In Present Belgeselinde bu yürüyüş için "Ulay ile ilişkimiz bittikten sonra bu ayrılık sahnesini rüyamda görmüştüm. Performansı bu şekilde tasarlamak fikrini o rüyaya borçluyum. Kişisel bir dramdı." diyor. Kimse çiftin 90 gün boyunca birbirlerine yaklaşırken neler düşündüğünü bilmiyor. Belki de bu performansı duygusal yönden bu kadar etkileyici kılan ve romantik dram olarak adlandırılmasına sebep olan şey buydu. Bunun da yanıtını yine aynı belgeselde Marina dile getiriyordu;
"Bir sona ihtiyacımız vardı. Bir sona doğru yürüdüğümüzü 90 gün boyunca Ulay'a attığım her adımda ilk kez bu kadar derin hissettim. Aslında geçen her saniye yaşadığımız hayatında sonuna yürüyoruz."
Ulay'a göre trajik ve şiirel bir eserdi bu. "Uzaklaşmak için birbirimize yaklaşıyoruk." diyordu. Ulay'a göre her aşk bir vedayı hak ediyordu ama her ayrılık böyle etkileyici bir aşkla örgütlenmiyordu...
Ulay bu ayrılıktan sonra fotoğrafçılığa geri dönerken Marina performans sanatında ilerlemeye devam edecekti. Dünya çapında ses getiren çalışmalara imza atmaya da devam edecekti. Venedik Bienalinde en iyi sanatçı ödülünü alacak, daha sonra Balkan Barok performansı ile savaş suçlarını irdeleyerek UNESCO Barış Elçisi seçilecekti. Tiyatroya yöneldi. Performans Sanatını tiyatro alanında da çok etkili kullandı. 1988-89 yılları arasında heykel çalışmaları yaparak sergi açtı. 1990-1994 yılları arasında Paris Güzel Sanatlar Akademisinde öğrencilere eğitim verdi. 1992-1995 Charles Atlas ile işbirliği yaparak Video ile Performans Sanatını birleştirdiği çalışmalara eğildi. Ünü giderek artıyor, Venedik Bienalinden sonra her sene ödül kazanmaya devam ediyordu. (NewYork Güzel Sanatlar Enstütüsü En İyi Sahne ve Performans Sanatçısı, Guingamp Sanat Okulu En İyi Sanatçı, Sean Kelly Yılın Sanatçısı Ödülü, ABD Sanat Eleştirmenleri Gelmiş Geçmiş En Etkili Performans Sanatçısı vb)
Marina sanatında evrensel bir anlayış benimseyerek emin adımlarla ilerliyordu. Tekrar Avrupa ve ABD arasında mekik dokuyordu. Evi Amsterdam'da olmasına karşın uzak doğu, Newyork ve Paris ağırlıklı seyahatler ve çalışmalar yapmaya devam ediyordu.
1990 yılında Berlin Güzel Sanatlar Fakültesinden Profesör ünvanı almıştı. 1998 yılında Almanya'nın Braunschweig kentinde Hochschule für Bildende Kunste'de The House of Cleaning çalışmasını geliştirdi. Zihnin konsantrasyonunda ve varlığında beden ile zihnin arınmasını içeren atölye çalışmaları yaptı. Bir sene sonra Hindistan, Mundgod'da Kutsal Müzik Festivali için bir performans sergiledi. Festivalin onur konuğu olan Dalai Lama birlikte en dikkat çeken isimlerden biriydi.
2000 yılında babası kanserden ölen Marina, babasının hayatından kesitler sunduğu Hero isimli video belgeseli hazırladı. Aynı sene içinde Japonya Echigo-Tsumari Sanat Bienali İçin tasarladığı Rüyaları Canlandırma temalı Hayal Evini dekore etti. Müze günümüzde Marina'nın dekore ettiği haliyle hizmet vermekte.
2002 Yılında New York'a taşınan Marina, Chichago Sanat Enstitüsünden Fahri Doktora ünvanı aldı. 2007 yılına kadar öğrencileri ve sanatçı arkadaşları ile birlikte tasarladığı 7 serilik "Basic" adlı çalışmaları New York, Guingamp, Hamburg, Paris, Madrid, Sofya ve Belgrad'da sergiledi.
2007 Yılında Hudson'da kendi sanat okulunu açtı. (New York)
Marina, dünya üzerindeki 132 sanat galerisinin koleksiyonunda kült sınıfında çalışması bulunan dev bir performans sanatçısı olarak hayatını sürdürmeye devam ediyordu.
"Yıllar sonra Ulay ile bir kaç dakika göz göze gelmek daha önce defalarca dinlediğim sessiz bir operayı yeniden hissetmek gibiydi."
1929 yılında kurulan ve her yıl yaklaşık 50 milyon kişinin ziyaret ettiği New York Modern Sanatlar Müzesi (MoMa) 2010 yılında sanat tarihinin en çok ziyaretçi alan bir performans gösterisine ev sahipliği yapacaktı.
Marina Abramovic'in Hudson'da kurduğu sanat okulu, Amerikan Kültür Vakfı Tarafından Marina Abramovic Güzel Sanatlar Akademisine çevrildiği 2010 yılında MoMa, sanatçının geniş bir retrospektifini sergilemek üzere Marina ile anlaştı. Sergi sırasında Marina, eski sevgilisi Ulay ile birlikte daha önce geliştirip sergiledikleri NightSea Crosser performansını izleyicileriyle gerçekleştirmek üzer yeniden tasarlamıştı. 700 saat sürecek performans iki sandalye ve bir masadan oluşuyordu. Salon ziyarete açıldığında Marina bir sandalyede oturuyor olacaktı. Saçlarını örecek ve sol omuzundan aşağı sarkıtacak ve hafif öne eğik oturacaktı. Her gün giyeceği üç farklı renkte (Beyaz, Kırmızı ve koyu lacivert) aynı model uzun bir elbisesi olacaktı. Nightsea Crosser gösterisinden farkı ise karşısında Ulay değil, müzeyi ziyarete gelen sanat severler oturacaktı. 700 saat boyunca görülecek tek değişkenlik bu olacaktı. Ziyaretçiler sessizce Marina ile göz teması kuracaklardı. Müzenin kapanış saatine kadar Marina, karşısına oturan ziyaretçilerle sadece bakışarak iletişim kuracaktı. Performans boyunca sadece su içecekti ve beyaz elbisesini giydiği günler izleyici ile arasında masa olmayacaktı.
Deneysel tiyatro performansı olarak adlandırdığı eseri aynı zamanda bir belgesele, 1700 fotoğraflık bir sergiye ve MoMa tarihinin en çok ziyaret alan sergisine dönüşecekti. 700 saat boyunca Marina'nın karşısına 1489 izleyici oturdu. İnsanlar saatlerce sırada beklediler. Sadece son gün karşı sandalye bir kaç dakikalığına boş kaldı. NY Times, BBC, Fox gibi medya kuruluşları başından sonuna kadar gösteriyi takip etti. MoMa ve American Wannart internet sitelerinde gösteriyi canlı sundu. Canlı yayınlar 152 milyon izleyiciye ulaştı. Avrupa Sanat Merkezi Direktörü Elizabeth Greenwood'a göre gösteri boyunca Marina'nın icra ettiği performans, sanat tarihinde bir daha erişilemeyecek bir noktaya doğru ilerliyordu. Günde 12 saat sürmesi planlanan performans yoğun ilgi sebebiyle 16 saate çıkarılmıştı. Bu arada Abramović'in çalışmalarının kronolojik bir enstalasyonu, müzenin altıncı katındaki Joan ve Preston Robert Tisch Galerisinde sergileniyor, kalabalık bir sıra sanatçının canlı performansına katılmak isteyenlerle birlikte müzenin bulunduğu caddede uzun kuyruklar oluşturuyordu.
Gösteriye ünlü isimler de büyük ilgi göstermişti. Marina'nın karşısındaki sandalyeye oturan tanınmış isimlerin arasında Bjork, Sharon Stone, James Franco, Isabella Rossellini, Lou Reed, Marissa Tomei, Rufus Wainwright, Maria José Arjona, Brittany Bailey, John Bonafede, Lydia Brawner, Rachel Brennecke Rebecca Brooks, Hsiao Chen, Kennis Hawkins, Michael Helland, Igor Josifov, Elana Katz, Justine Lynch, George Emilio Sanchez, Ama Saru, Hans Zimmerman gibi müzik, sinema, TV ve tiyatro dünyasının yıldızları bulunmaktaydı.
NY Times Sanat Editörü ve Yazarı aynı zamanda Sanat Eleştirmeni Felsefeci Düşünür ve Yazar Prof. Dr. Arthur C. Danto sergiye katılan ve sanatçının karşısına oturmayı başaran isimlerden birisi. Dr. Danto ziyaret ettiği sergi ve canlı performans deneyiminden üç ay sonra köşesinde "Sanatçıyla Oturmak" adlı yazısını kaleme alırken şu cümleleri kuruyor;
"Marina, kırmızı giysinin içinde ve siyah örgülü saçları ile çok güzel görünüyordu. Arkamda bir sırada bekleyen kalabalık insanlar vardı. Etrafımızda izleyiciler de kalabalıktı fakat garip bir sessizlik hakimdi. Karşısında ne yapacağım konusunda emin değildim. Aslında harika bir konuşmacı, zeki ve Balkan mizahıyla dolu bir insanım. Ancak bu performansta iletişimin başka bir noktada olduğunu sırada beklerken gözlemlemiştim. Gözlerini açıp gözlerime baktığında zayıf bir gülümseme gördüm sanatçının yüzünde. Ben de bakışlarımla “merhaba” demeye çalıştım. O an çarpıcı bir şey gerçekleşti. Marina başını sağına doğru hafifçe eğdi. O anda bakışları artık beni görmüyormuş gibi görünüyordu. Bakışlarının dışındaydım. Yüzü, ince porselenin yarı saydamlığını aldı. Sık sık “performans modu” olarak bahsettiği şeye girmiş olmalıydı. En azından benim için şamanik bir trans hali mevcuttu. Böyle bir durum ancak yetenek olarak adlandırılırdı. Bu performansın özü, bakışlarımdan öteye geçebilmiş olduğunu hissettiğim an çözülmüştü kafamın içinde. İnanılmaz bir boşluk hissediyordum aramızda. Bir yandan 'Burada sürekli oturabilirim' diye düşündüm. Gerçekten mucizelere inanmıyorum ama bu durumu anlatacak bir cümle bulamıyordum o an için. Yüzünün aydınlandığını gözlemledim. Sıralarını sabırla bekleyen diğer ziyaretçilerden daha fazla zaman çalma endişem ortadan kayboldu. Orada ne kadar süre oturduğumun farkında değildim. Bir şey söylemek istedim ama bu buluşmaya katılmadan önce bütün görevliler tarafından konuşmamam gerektiği söylenmişti. Gözlerimle ve bakışlarımla bunu yapmalıydım. Yorgunluk kelimesi içimden geçtiği anda bir mucize daha oldu. Marina Abramovic'in gözleri doldu. Benim de gözlerim bulanık görmeye başladı. Yarı saydam bir görüşe sahiptim. Her şey bulanıktı fakat gözleri gözlerimde parlıyordu. Kolumu kaldırıp görevliye beni götürmesini işaret ettim (Arthur C: Danto Ampute bir birey). Trans halindeydim. Görevlinin biri tekerlekli sandalyemi sürerek beni uzaklaştırdı. Film ve Belgesel ekibi tarafından hızla röportajım alındı ama geçen sürenin hâlâ farkında değildim. Röportajda Marina Abramovic'e övgü dolu sözler sarf ettiğimi biliyorum. Başkalarının benimle aynı yarı saydam görüş ortamında hızla duygusal bir boğum yaşayıp yaşamadığını merak ediyordum. Onların neler deneyimlediğini öğrenmek için Web üzerinde araştırma yaptım. Herkes başka bir şeyden bahsediyordu. Yazımı yazıp tekrar tekrar okudum. Diğer ziyaretçilerin çoğunluğu ile ortak kullandığımız kelime 'mucize' idi..."
Doktor Danto yazısını yazmadan önce üç ay boyunca Marina'nın hayatını incelemiş. Eğitim aldığı Dubrovnik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesündeki Profesörlük ünvanı alırken yaptığı Lisans Üstü çalışmaları tek tek incelemiş. Ona göre bir sanatçının Sanat hayatı, yaşadığı tüm hayata değermiş. Bu yüzden Marina'nın sanatını ilk günden son güne kadar inceleyerek yazısını yazmayı uygun görmüş. Ve bu Doktor Danto'nun üç ayını almış.
Marina The Artist Is Present performansında karşısına oturan insanların gözlerine bakarak iletişim kurmayı deneyimleyen bir gösteri sunmayı hedefliyor. 700 saat boyunca 1400 kişi Marina'nın karşısına oturup kalkıyor insanlar. Sanatçı "Çoğu o an aramızda ne olacağını merak ettiği için oturuyordu karşımda. Kimisi öfkeli, kimisi üzgündü. Karşımda oturan insanların yaptığı şey benimle ilgili bir eylem değildi. Onların gözünün içine bakarak bunu anlatmak istedim."
Moma performansın videosunu galerinin sitesine koyduğundan bugüne kadar 40 milyonun üzerinde izleyiciye ulaşmış. "Bazı insanlar acısını sır tutar gibi saklarlar. Milyonlarca kişi 1400 kişinin benimle sırlarını paylaşmaya çalıştığına şahit oldu." diyor Marina Abramovic. Karşısına defalarca oturanlar da oluyor, 1 dakika dolmadan kalkanlar da hatta 1 saati aşan sürede oturanlar da... "
"Anlaşılmayı istemek kadar masum bir duygumuz yok."
Marina Abramovic
2010 yılında sergilediği bu performansın içinde en önemli figürlerden biri olarak; 700 saat içinde Marina’nın karşısına 14 kez oturan Makyaj Uzmanı Paco Balancas dikkat çekiyor. Paco’ya “Neden bu kadar sık katıldın.” diye sorulduğunda “Anlaşıldığımı hissetmek iyi geldi.” diyerek cevap veriyor. Marina’ya bu durumu “Karşıma oturan herkesi anladığımı söyleyemem. Ama çoğunun gözlerinin içini ve yüz ifadesini gördüm. İyi bir dinleyici bakmayı da bilir. İnsanları yargılamadım. Bazılarının heyecanlarını, sevinçlerini, korkularını, acılarını gördüm. Yaptığım şey onları bakışlarından dinlemekti. Çok azını hissedebildim. İnsanlar herkese her şeyi anlatamaz. Bunu yapmaya çalışırken doğru kelimeler kullansa dahi doğruyu ifade edemeyebilir. Karşıma oturan herkes bir süre sonra gözleriyle bir şeyler anlatmak istedi. Ben hepsini dinledim. Onlara bu iyi geldi. Çünkü sadece ve sadece bakışlar hisleri anlatır. Yalan söyleyemeyecek tek yer gözlerimiz. Bebekken hepimiz masumuz. Büyüdüğümüzde masum kalan tek yer de gözlerimiz. Bana ve o insanlara iyi gelen şey işte buydu. Masumiyet… Anlaşılmayı istemek kadar masum bir duygumuz yok.”
Ulay Berlin'de bir sanat galerisinde fotoğraf sergisini gezerken MoMa'da eski sevgilisinin gösterisini tanıtan broşürü okur. Ve bu gösteriye katılmak ister. Fotoğrafçı arkadaşı Marco Anelli2nin de adını görmüştür broşürde. Hemen kendisini arar ve sergiye geleceğini, Marina için bir sakıncası olup olmadığını kendisine sormasını ister. Marco eski dostu Ulay'a "Bu sergi aynı zamanda bir belgesel çekimi. Fotoğrafları ben çekiyorum. Gelmelisin. Kendisine bunu söylemeyeceğim. Ortaya çok değişik bir performans çıkaracağınıza eminim. Bunu görüntülememize izin ver." diyor. Ulay biraz düşünmek için süre istiyor. Böyle habersizce olmasından Marina'nın sanatsal anlamda rahatsız olmayacağından emin olduğunda uçak biletini alıp Marco'yu arıyor ve "Geliyorum." diyor. Galeride Marco Anelli dışında bu ziyaretten kimsenin haberi yok. Marina performans boyunca olduğu gibi yine sandalyesinde oturuyor. Ulay'ın Canser adlı biyografik filminde söylediği enteresan bir tesadüf cereyan ediyor.
Marina ile Amsterdam'da tanıştığında Marina'nın üzerinde kırmızı bir gömlek varmış. Çin Seddinde vedalaşırken kırmızı bir mont, 21 yıl sonra MoMa'da kırmızı elbise..."
Marina'nın karşısındaki sandalyede bulunan ziyaretçi kalkıyor. Marina gözlerini kapatarak başını önüne eğiyor. Ulay masaya yaklaşıp 21 yıl aradan sonra eski sevgilisinin ve sanat ortağının karşısına oturuyor. Marina performans boyunca olduğu gibi başını yavaşça kaldırıp gözlerini açıyor.
The Artis Is Present belgeselinde söylediği gibi "“Yıllar sonra Ulay'ın o güzel gözleri ve bakışlarıyla karşılaşınca performansın dışına çıktım. Birbirimize 14 yıl süren harika bir hayat için teşekkür ettiğimizi hissettim.” Özlediğini hissetmiş Marina. Gözyaşlarını tutamamasının sebebini aşkın ölümsüzlüğü olarak adlandırıyor.
Herkesin bildiği üzere Ulay başka bir kadınla birlikte oluyor ve Marina'yı aldatıyor. Fakat olay böyle gelişmiyor. Ulay'a göre "Aşk hayat gibi tutkuyla yaşanmalı. Ve erkekler genelde kadınlardan daha az yaşarlar." Marina'ya göreyse "Ulay özgür tarafını aşk ve sanattan yana kullanmak isterken çok para ve kurumsal gereksinimler her alanda özgürlüğüne engel oluyordu. Köşeye sıkıştığını görebiliyordum. Ona başka kadınlarla birlikte olabileceğini söylediğimde şaşırdı. Ben de başka bir adamla birlikte oldum (ilk kez belgeselinde itiraf ediyor) fakat Ulay hukuk danışmanımız olan arkadaşımla birlikte oldu. Bizim ayrılık sebebimiz aldatılma değildi. Aşk bitmişti, bunu biliyorduk fakat sorun, arkadaşımın Ulay'dan hamile kalmış olmasıydı." diyor. İşte bu yüzden Ulay 21 sene sonra Marina'nın karşısına oturup göz göze geldiklerinde "Ondan özür diledim." diyor ve ekliyor "Karşımda oturan kadın, benim sanatımı ve aşık erkek tarafımı şekillendiren ve büyüten kadındı. Öldüğüm güne kadar o yaşadığımız aşkı kalbimde özlemle tutmama sebep olan kadının gözlerine bakıp teşekkür ettim. Şiirsel hatıralarımıza bir kaç dize daha ekleyebildiğimiz için Marco Anelli'ye teşekkür borçluyum."
Marina Abramovic... Modern Sanatın içine silinmeyecek izler bırakan muhteşem sanatçı. Eserleriyle, hayatıyla, aşkıyla hayranlık uyandıran bir hayatın sahibi. Tanımadığınız bir insanla göz göze geldiğinizde duygularınızın üst üste bindiği fayların kırıldığını hissettiniz mi hiç? Sharon Stone böyle hissetmiş. 30 dakika oturmuş karşısında. Marina Abramovic belgesel için yapılan ön çekimde henüz performans başlamadan önce Ziyaretçilerin sıkılıp kalkacağını ya da ağlayacağını öngördüğünü belirtiyor. Çünkü ona göre en etkili iletişim şekli "Bakışmak." Bu performansı iki temel dinamiğe oturtmuş sanatçı. Zaman ve Çekim. Uzun süre bakışmanın kişiler arasında bir etkileşim yaşanmasına sebep olduğunu söylüyor. Aynı şeyleri yaşayıp aynı duyguları hisseden insanların da aralarında bir çekim olacağını belirtiyor Marina'nın sanat direktörü Anne Bogart. Marina Abramovic bu performansı karşısına oturan insanlarla yeteri kadar bakışabilmesi halinde bu iki dinamikten birini yakalayıp "Empati" kurmayı deneyimleme hedefiyle sergiliyor. Herkese önyargısız ve sorgulamadan uzak bakışlar sergiliyor Abramovic. Samimiyet yakalamak için başka bir yolu bulunmuyor. İnsanlar da bundan etkileniyor Bogart'a göre.
Son olarak, Amerikalı filozof ve toplumsal cinsiyet teorisyeni Judith Butler; Abramoviç'in izleyicisini bakışlarıyla korunmasız bıraktığını söylüyor. Psikoloji bilimine göre yabancı insanlarla uzun süre göz teması kurmak güvensizlik hissi doğurur ve kırılganlık yaratır diyor Butler. Abramovic'in çekim dinamiği de burada devreye giriyor. Bogart'a göre, sanatçı ile izleyici arasındaki kırılganlık performansı çevreliyor; Seyirci, performanstaki bu ortaklığı gördüğünde kendini yansıtmaya başlıyor.
The Artist Is Present gösterisi zihinsel bir performans. Abramovic "Ben onların aynasıydım." diyor. İzleyici tüm sadeliği analiz etmek için istediği kadar zamana sahipti. İkisi de oradaydı ve ikisi de insandı. Bunu birbirleriyle paylaşıyorlardı. Ortada kırılganlık vardı. Fiziksel olarak bir şeyin arkasına saklanmak imkansızdır bakışırken. Platformun tasarımı da Abramovic'in yüzünü aydınlatma ve gözlerine odaklanmayı sağlayacak şekilde dizayn edilmişti. Sanatçının Küratörü Klaus Biesenbach kullanılan ışıklandırma tekniğinin Abramoviç'i daha savunmasız ve izleyicilere kendilerine göre sanatçıyı daha korunmasız bıraktığını göstermek üzerine kullandıklarını söylemişti. Böylece kırılgan bir izleyici daha kırılgan bir sanatçıya daha duygusal tepkiler göstererek bakabilecekti.
Öyle de oldu. Hıçkıra hıçkıra ağlayan izleyicilerin karşısında oturan ve bakışları hiç değişmeyen bir sanatçı ile 700 saatlik bir performans sergilenmesine sebep oldu. Butler'in dediği gibi " Sonuç olarak bir insanın, başkalarının duygularını tanımlamasına ve anlamasına izin vereceği en olağan an, bakıştıkları andır. Abramovic katılımcının kırılganlığını, katılımcının duygusal tepkisine entegre ederek bunu yakaladı. Harika bir sanatçı Abramovic. Çünkü eşit şartlarda sağlanan görsel etkileşimi yansıtma olarak kullanmayı başardı. Abramovic bakmayı bilmiyor olsa, ortaya böyle bir çalışma çıkmayacaktı.
Marina Abramovic böyle bir sanatçıydı. 70'li yıllardan itibaren neredeyse her performansı, her sergisi onu sanatın en önemli isimlerinden biri olmya abir adım daha yaklaştırdı. İlk zamanlar deli dedikleri Marina Abramovic bugün sanatın deha karakterlerinden biriydi. Fiziksel, ruhsal, duygusal tüm öğeleri iç içe geçirdiği ve deneyimlediği her şeyi sanatına yansıtarak Marina Abramovic'i Modern Sanata Yön Veren yüz yılın en başarılı sanatçılarından biri haline getirdi. Kendi deyimiyle "Modern Sanatın Anneannesiydi."
Kaynaklar:
Grigar, D. (2007). Dijital performans: Tiyatro, Performans sanatı ve enstalasyonda yeni medyanın tarihi.
Leonardo Electronic Almanac, 15 (7/8), 4. Academic Search Premier veri tabanından.
Kaplan, J. (1999). Daha derin ve daha derin: Marina Abramovic ile röportaj. Sanat Dergisi, 58 (2).
Stankoviç, N. (2009). Kurumsal bir Travesti: Marina Abramovic'in performans rolü değişiminde bir strateji olarak risk. 23 (5), 565-570.
Turim, M. (2003). Marina Abramovic: Sanatta Beden ve Ruh Üzerine 1-117.
Westcott, J. (2003). Marina Abramovic, Okyanus Manzaralı Ev. Drama Dergisi, 47 (3), 129-136.
VinneArt Abramovic Page - Rachel Davenport, 2012.
Bogart, Anne. “Zaman.” "Sanatı Öngörülemeyen Dünyada Yapmak" New York: Routledge, 2007. 128–33. Baskı (Çeviri).
Butler, Judith. “ Göstericilik ve Cinsiyet Anayasası: Fenomenoloji ve Feminist Teoride Bir Deneme” 519–22. 29 Kasım 2013.
Marina Abramovic: “The Artist Is Present” Matthew Akers ve Jeff Dupre. Perf. Marina Abramovic. HBO Yapımı 2012 DVD.
Derleyen: Kayıp
HAFTANIN ŞİİRİ
"SAY"
Yazar: MiLa

Say ki;
Tanımadık, sevmedik hiç birbirimizi.
Ne gidilememiş yollarımız,
Ne yarım kalmış mektuplarımız,
Ne de yeni bitme düşlerimiz olmadı hiç...
Rüzgar ulaştıramadı bize en güzel melodilerini,
Gelincik tarlalarında dansa durmadı yusufçuklar.
Yağmurda ıslanıp, akıtmadık güneşi omuzlarımızdan.
Çocukluğumuzun arka bahçesinde,
Hiç Kurmadık oyunlar...
Ve uçurtmalara vermedik, yedi rengini mevsimlerin...
Say ki;
Biz yanlızlığımızla çok mutluyduk.
Ne el kadar gülüşlerimiz oldu dudaklarımızda,
Ne de biz idik yaramazlığına ortak kedi yavrusunun.
Say ki;
Dört gözle bekleyenlerden değildik yaz mevsimini.
Umudumuzu kesmemişiz gelecek güzel günlerden.
Ufak tefek bir kaç kelime eteklerinden tutmamış,
Kendilerine şefkat gösterebilecek kendini beğenmiş cümlelerin...
Say ki o temmuz hiç gelmemiş dudağını öptüğüm,
Ve ben bir şiiri daha katletmemişim zamansız.
İYİ Kİ DOĞDUN BARIŞ MANÇO
02.01.1943

"Ben yaşanmış her şeyi seviyorum, biriIeri tarafından yaşanmış, payIaşıImış her şeyi seviyorum. DüşünüIenin aksine ben tarih sevmiyorum. GeIeneği seviyorum.
Tarih gelir, geçer ve gider ama geIenek sonsuza dek yaşar."
-
"Ben yaşarken kendime sanatçı diyemem. Çok ayıp olur.
Ancak uygun görürlerse sevenlerim on, yirmi, kırk yıI sonra diyebiIirIer. "
-
"Ben hep sizin şarkınızı söyledim."
-
"İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil, tatlı dildir."
-
"Ben ne çağdaş Türk ozanı, ne çağdaş Dede Korkut ne de günümüzün Nasrettin Hoca’sıyım.
Sadece 20. yüzyıIda yaşamış ve o yüzyıIa damgasını vurmaya çaIışan bir Türk’üm.
20. yüzyıIın Türk müziğini yapıyorum. "
-
"İnsanın doğasında da iki zıt kutup vardır. Bu kendisinde olmayanı arama içgüdüsüdür."
Barış abi... Şarkıcı, besteci, söz yazarı, TV Programcısı, gezgin, aranjör, yapımcı. 10 parmağında çeşit çeşit yüzük ve on marifet.
Moda'da doğmuş, dünyaya mal olmuş gerçek bir sanatçı... Işıklar içinde uyusun. İyi ki doğmuş Barış abi...
FİLMLERDEN FISILTILAR
-ROMA-
2018 Yapımı Alfonso Cuarón Filmi
İnceleme: UfukAr
Derleme: Kayıp

Seramik taşların üstünden akan köpüklü su ve suyun üzerinden perdeye yansıyan gökyüzü görüntüleriyle başlıyor Roma filmi.
Henüz ilk saniyelerde karo taşlar, akan su, köpük ve harika bir ışıklandırmayla izleyiciye hikayedeki insanların doğal yaşantısı yansıtılmış. Yönetmen Cuaron, senaryonun kavramını, toplum bağlamındaki insanın hikayesiyle harmanlıyor. Hemen hemen her sahnede insanı, duygularla ve sanatla birleştiriyor. İzleyiciyi sürekli empatiye zorlayan sahnelerin her karesi ustalıkla işlenmiş. Neredeyse film boyunca karakterlerin orada ve o anda yaptıklarının empatisini kurmaya çalıştığımda hiçbirinin başka bir yolu olmadığını hissettim.
Roma filmi, Mexica'da iç savaş sırasında zengin bir ailenin yanında çalışan hizmetçi Cleo'nun hayatından bir dönemi anlatan bir yapım. Filmde o tarihte yaşanan olaylarda izleyiciye gösteriliyor. Özellikle 120 kişinin öldüğü Corpus Christi katliamının işlendiği sahneler oldukça etkileyici. Latin Amerikalı tüm yönetmenler gibi Cuaron'da şiirsel bir yönetmenlik sergiliyor. Emperyalizme karşı mücadele edenlerle Emperyalizmin desteklediği milliyetçi kitlelere göndermeler, kadının ve çocukların maruz kaldığı şiddete göndermeler var. Yüz güldüren sahneler, göz dolduran sahneler filme eşit dağılmış. 1970'li yıllarda yaşanan hikayeler Cleo'nun hayatı dışında gerçeklerle donatılmış.
Filmi siyah beyaz aktaran yönetmen, nadiren yakın çekim kullanıyor. Çünkü Cleo dışında diğer karakterlerin de detaylarının aynı anda ekrana yansımasını sağlamak istemiş. Bu tekniğin görsel olarak izleyiciyi yoracağı düşünülebilir fakat yönetmen tam tersi bir şekilde, hikayenin dinginliğini gerçek üstü bir sakinlikle perdeye aktarmayı başarıyor. Kaotik denebilecek sahnelerde bile arka plana hakim olmak zor değil. Zaten filmi izledikten sonra filmin görselliğini unutulmazlar listenize ekleyeceksiniz.
Toronto film festivalinden ilk ödülünü alan filmin yönetmeni (Ve senaristi) Alfonso Cuaron filmi hayatına giren kadınlara adadığını söyledi.
Senaryoyu yazarken aşklarından ve kişisel hatıralarından etkilendiğini dile getiren Cuaron her kare için kamera açılarına her şeyden daha çok özen gösterdiklerini söyledi.
"Filmimi biliyorum. Ben yazdım ve ben çektim. Asla kısır değil. Fakat aşırı değerli de değil. Hedefim ortaya çıkardığımız sadeliğe ulaşmaktı. Film izlemekten biraz daha fazlasını sunmak istedim. Filmime karşı bazı film eleştirmenlerinden daha kişisel eleştiriyle baktım. Böyle bir filmi sinemaya sunmak için birlikte çalıştığım ekibim için tanrıya teşekkür ediyorum."
The Guardian Film Editörü Peter Bradshaw "Sinema dünyası Roma gibi bir film izlemedi." diyor.
Reporter ve Time dergilerinin okuyucularıyla yaptıkları ankette Roma filmi 2018'in en iyi filmi seçildi.

KİTAPLARDAN FISILTILAR
-Leyla ile Mecnun-
Burak Aksak
İnceleme: UfukAr

Kireçburnu Çakallarına kavuşmaya hazır mısınız? Kitap ilk sayfadan son sayfaya kadar; bir zamanlar Pazartesi sendromlarına kafa tutan Leyla ile Mecnun dizisinin hikayesiyle buluşturuyor.
Mecnun ile birlikte maceradan maceraya koşarken, İsmail abiyle sahilden gemilere el sallayacak, Erdal bakkalın elleriyle hazırladığı sallama çayları bakkalın önünde içerken, İskender baba ile dertleşeceksiniz. Yine zor günde yanınızda Yavuz olacak. Gözlük Kaan ve yedek Kamil'de dostluklarını hissettirecek size. Ak Sakallı Dede yol gösterecek herkese...
Dizinin hayranlarının çok alışık olduğu ani duygu geçişleri eşlik edecek okurlara. Burak Aksak'tan Mecnun'a uzanan hayal dünyası, her sayfada final merakını arttıracak. Hemen bitirmek isteyeceksiniz kitabı. Ve tıpkı dizide olduğu gibi bittiğinde çok üzüleceksiniz.
Bütün karakterler yerli yerinde. Diziyi izleyenler kitabın geçtiği her yeri kolayca gözünde canlandıracak. Diziyi sayfa sayfa okumak çok değişik bir tecrübe olacak. Film olmuş bir kitabın önce filmini izleyip, sonra kitabını okumak gibi bir his bırakmayacak. Sanki bir bölüm daha izlemişsiniz hissine kapılacaksınız.
Olaylar dizinin başlangıç hikayesi ile birebir aynı.
Mecnun bildiğiniz Mecnun. Hikaye akıcı. Olaylar karmaşık. Zaman vurgusu ve döngü yine masalsı. Diziyi severek takip edenler, kitaba bayılacak.
“Bir yanımız çöl bir yanımız deniz…”
“Zaman döngüseldir ve farklı seçimler yapsan da aynı hayatı yaşarsın. Sana verilmiş bir ömür vardır. Bu dünyadaki zamanın bellidir. Ve her şey bir denge içindedir. Biz... Daha doğrusu ben, o dengeyi bozdum…”
Aynı gün aynı hastanede doğmalarıyla başladı her şey. Bir hayatın birden fazla kez yaşanabileceğinin ve yarım kalmış her hikâyenin tamamlanmaya muhtaç olduğunun bir kanıtıydı onlar. Peki Mecnun bu sefer Leylasına kavuşabilecek mi? Yoksa yine çölde mi açacak gözlerini? Çünkü o çöl çaresiz âşıkların son durağıdır. Kavuşamayan âşıklar o çölde aralar sevdiğini, kavuşanlarsa emlakçı emlakçı dolanır dururlar, 2+1 kombili.
Yayınlandığı dönemde izleyicisini ekrana kilitleyen Leyla ile Mecnun, bu kez bambaşka bir hikâye ile sevenleriyle yeniden buluşuyor. Mecnun, İsmail Abi, Erdal Bakkal, Baba İskender, Yavuz Hırsız, Yedek Kamil, Gözlüklü Çocuk Kaan ve Aksakallı Dede bu kez bambaşka bir maceranın peşine düşüyor. O geminin geleceğine ilk günkü gibi inananların, sevdiği kızın gözlerinin içine bakarak ‘seni seviyorum’ diyemeyenlerin, kendi çölünde kaybolanların hikâyesi Leyla ile Mecnun Burak Aksak’ın kalemiyle yeni başlangıçlar için geri dönüyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Editör: BüşraHacısalihoğlu
Kapak Tasarım: Songül Karakoç
Yayıncı: Küsürat Yayınları

2019
Yazar: Kayıp
Son altı ayda baştan aşağı yenilediğim hikayemi roman türü bir kitaba çevirmekle uğraştım. Bir ailenin en küçük oğlu Güven'in ailesinin ve kendisinin başından geçen 5 seneyi anlattığı hikayede, en küçük kardeş Güven'in abisi İhsan'a söylediği bir cümle var.
"Keşke son söz, hep güzel sözler söyleyenlerin olsa..."
Sokaklarda büyümüş çocuklarız. Hayat devam ediyor. Yeni yıllarda işim gereği genelde evimden uzaklarda olurdum. Benim için mesai demekti yılbaşı geceleri. Tam o saatlerde dışarıda olup bitene, dünyanın yeni yaşına girişine şahit olmak isterdim. Çocukluğumdan gelen bir alışkanlık olabilir. Mahallenin çocuklarıyla evimizin önüne çıkar yeni yıl diye koşturup dururduk. Unutulmayacak zamanların bu denli çok özlenmesini anlatacak tek kelime bu olabilir bence; büyüyoruz.
Minicik şeylerle mutlu olmak çocukluğa bahşedilmiş en güzel hediye diye yazmıştı edebiyatçı bir ablamız (edebiyatı batasıca).
Sevgili Nilgün Bodur, aslında çocuk olmak insana bahşedilmiş en güzel hediye bence. Hiçbir şeyin muhasebesini yapmaya gerek yok düşünsenize.
Binlerce güzel hayalle uyuduğun uykudan uyandığında elindekilerle yetinmeyi bildiğin en masum ve en güzel çağımız. Her yıl kendi kartpostalımı kendim yazıp çizer Almanya'ya amcama, yengeme ve kuzenlerime gönderirdim. Var olanın kıymetini kaybetmeden bilmeyi öğreten adamdı kendisi. Yeni ve eskiyi değerli kılanın aidiyet olduğunu benimsediğimiz yaşlarımız en güzel hediyemiz değildi de neydi sevgili Bodur?
Sen bilmezsin çünkü kıymet vermeyi sadece sevmeyi bilen yürekler bilir. Ufacık şeylere büyük anlamlar katabilmek güzel yürek işidir.
Bu dünya giderek neyi ne kadar görüyorsa o hızla tüketenlerin dünyası haline geldi. Yağan yağmurlar hep aynı. Yağan karlar hep beyaz. Neden sokaklarda oynayan çocuklar yok artık? Kaç kişi mektup yazıyor? Kaç kişi uzakta sevdiklerine kartpostal almak için kırtasiyeleri geziyor? Eski bu kadar uzaklaşırken ne önemi var yeni yılın?
Yaşarken yaşatarak her anı değerli kılmayı bilen güzel yürekli insanlara; keşkelerinden arındığı, içine umut sığdırdığı tüm "belki"lere kavuştuğu bir yıl olsun 2019. Güven duygusunun yeniden güçlü olduğu zamanlara kavuşmak dileğiyle eskilerin verdiği güveni yaşatmayı ümit ediyorum ben.
"Keşke son söz, hep güzel sözler söyleyenlerin olsa..."
2019'da güzel sözler söyleyin, güzel sözler duyun hep.
