top of page

Rüya

Yazdığım "12 Mektup" hikayem kitap olacaktı, hayal oldu. Tıpkı daha önceden kaleme aldığım ve yazılarımdan bir sürü cümleyle doldurduğum “Ölü Tırtıl” gibi… Lise yıllarında yazmaya başladığım ve 2009 yılında beğenmeyip vazgeçtiğim “Babamın Terlikleri” gibi…


Ben bu dünyanın başarısızlık abidesi olarak değer katmak uğruna emek verdiğim her şeyin kaybedeni olacağım. Oysa sevdiğim demişti ki; başaracağız...


Kendime değil ama ona çok inanmıştım… O var ise her şeyi yapabilirdik çünkü biz…


Dün gece, 17 Aralık gecesinden sonra ilk kez, annem babam mutlu olsun diye değil, iş için değil, tamamen kendi özgür irademle odamdan çıkıp televizyon izlemek istedim. Aklımda dönüp duran cümlelerin öfkesi kızışıyor diye kendimden uzaklaşmak istedim.


Ben olamadım belki ama bu bloğa yazacağım her cümlenin o kadına layık, bize layık, yaşadığımız aşka ve bölüştüğümüz ömrümüze, paylaştığımız 117 milyon saniyenin her birine layık olmasını istiyorum. Çünkü bu bloğu açtığımızda yaşadığımız heyecanı ve neler kurguladığımızı hatırlıyorum. Bu odada, Halkalıda o evde, saatlerce, gecelerce nasıl uğraştığımı bu blog için… İkimiz için, güzel bir şeyler yapmak istiyordum…


Kendimden ve içimdeki öfkeli cümlelerden kurtulmam gerek… Düşüncelerimi, kelimelerimi ve duygularımı toparlamam gerek. Bunun için biraz kendimden uzaklaşmam gerek. Biliyorum.


Uyumuşum koltukta. Babam geldi “Erkek kalk hadi yatağına.” dedi. Yattığım yerde kollarımı kavuşturmuşum birbirine. Sıçrayarak uyandım. Hayal meyal hatırlıyorum “Doktor çıktı mı?” diye sordum babama…


Çünkü sevdiğiniz insan kendisine giden tüm köprüleri yıktığında dönüp ona soramadığınız her şeyi muhtemelen rüyanızda başkalarına soruyorsunuz.


Sağıma baktım, soluma baktım. Yatağımı bulamadım… “Baba bu dünyada benim bir yerim yok artık.” diyemedim. Zaten duymuyor kulakları. Ve bunu herkese de söylemek istemiyorum. Mesela anneme “ayrıldık biz.” diyeli 3 gün olmadı. “Zırt pırt kıza yazıp onun da canını sıkma.” diyeli…


Babam eliyle hadi hadi dercesine gülümseyerek işaret çekti bana. Doğruldum yerimden, geldim odama bir güzel ağladım.


Sabah ezanında sıçrayarak uyandım. Bağırmış bile olabilirim… Bu kez hissettim rüyadan uyanacağımı;

Feribotun kalkış saatini bekliyoruz. Yağmur yağıyor şakır şakır. İskelenin yakınında bir pastane bulmuşuz. Şemsiyenin altında, dışarıda oturuyoruz. Kahve içiyor, poğaça yiyoruz… Üzerinde siyah bir gömlek, altında açık mavi Kapri bir pantolon var. Ayak bilekleri incecik… Sol bileğinde kayıp dövmesi arıyor gözüm… ama yok…


“Eski günlerdeki gibi.” diyor ama ses onun değil. Sadece yüzündeki gülüşün güzelliği aynı… “Beraber içelim bu sigarayı.”


Fırlıyorum yerimden, kahve almaya gidiyorum sigaramıza eşlik etsin diye.

Kahveyi hazırlayan pastane sahibi soruyor “Şekerpare yeni çıktı, tatlı ister misiniz?” Camdan O’na bakıyorum. Gülümsüyor bana. Dönüp pastane sahibine “Yok abi diyorum. Teşekkür ederim. Ben şimdi aldım tatlıyı.”


Masaya dönüyorum. Yağmur şiddetli… Çok üşüyorum. Kahve sıcak. Bugüne kadar içmediği kadar güzel bir kahve içsin istiyorum. Kendisini tanıdığım günden beri O’nun için hep güzel şeyler olsun istiyorum zaten. Feribot saati yaklaşıyor. Acele etmiyorum. Yalova’ya gideceğiz diye düşünüyorum. Yine kampa… Telefonuna bakıyor, minik parmaklarıyla bir şeyler yazıyor. Kaldırıp başını bana diyor ki “Şehnaz’lar da çıkmış.” Yine hep beraber olacağız diye çok seviniyorum…


Bir anons geliyor. Feribot yolcu almaya başladı diye. Zaman hızlı geçiyor. Acelem yok. O kadınla geçen zamanın beni doyurması imkansız, 117 milyon saniyenin her birinde ezberledim bunu… telaş yapmıyorum. Ama bir yandan da korkuyorum “Zaten yeterince geç kaldım her şeye… ya bir daha geç kalırsam?” Diye…


Çünkü benim bu anasını siktiğimin dünyasında asla hata yapmaya hakkım yok. Yanlış bir söz söyleme hakkım yok. Bir şeyi yanlış düşünmeye, yanlış görmeye, yanlış yorumlamaya hakkım yok. Hatta düşünemiyor olmaya ya da düşünmemeye de hakkım yok. Geçmişimin kirlerini göstermeye hakkım yok, yarınımı kadınımla yaşamaya hakkım yok… Öfkelenmeye hakkım yok, üzülmeye hakkım yok, hatta artık sevmeye de hakkım yok… Sonunda kaybedecek bir şeyim kalmıyor çünkü. Bana verilen her şey, geri alınıyor. Bu yüzden korkuyorum. Ben bir kere geç kaldım, bir daha hiçbir şeye zamanında yetişemeyeceğimi biliyorum.


Hiç acele etmiyoruz. Konuşmuyorum ben. Bir ara bu sebeple bana sitem bile ediyor. “Hiçbir şey söylemeyecek misin?”

“Şimdi değil diyorum. Zamanı gelince söylerim. Gerçi sen beklemiyorsun ama ne yapalım? Ben artık hiç kimseyle konuşmuyorum zaten.” diyorum.


Hiçbir şey sormasın bana. Acele etmeyelim bu sefer. Gözlerimizle konuşabiliyorduk biz. Öyle yapalım yine… Zaten anonsa da aldırış etmiyoruz hiç...

Telefona bakıyor. “Hadi…” diyor. “Ben artık kalkayım. Sen de kendine iyi bak.”


Ardından ayağa kalkıyor. Sanırım ben gelmiyorum. Ya da ben gitmiyorum O'nunla... Yerden çantasını ve ufacık bir valizi alıyor. O küçük valizin üzerine çantayı yerleştirip bana bakıyor. Hiç çaktırmıyorum göt olmuşluğumu ama şaşkınım. Toparlanıp vedalaşmam gerektiğini anlıyorum. Yüreğimde o tanıdık sancı...


Kollarımı açınca sanki omuzları tam göğüs kafesime sığsın diye yaratılmış o gövdesini yaslıyor göğsüme. Sarılıyor sıkıca… bu sevgi bir yerlerden tanıdık… Uzun yıllar bu anı beklemişiz gibi sarılıyordu bana. Bedenimiz ayrılıyor birbirinden. Öpmek istiyorum dudaklarını ama yapamıyorum.

“Nur…” diyorum “Ben de gelebilir miyim?”


“İstemiyorum.” diyor.


Göz yaşlarımı bütün dünyadan saklıyorum. Görüşürüz diyoruz birbirimize. Yolun açık olsun. Mutluluklar falan filan… hepsi insanların savaşarak ayrıldıkları kişilerden daha güçlü görünmek için uydurdukları tırışka sözler. Hiçbiri içten değil. Hepsi yalan… En güçlü benim. Bak hayatımı yaşıyorum havası… Amına kodumun insanları...


O giderken arkasından bakıyorum. Dönüp geriye bakmıyor. Oysa bin kere bakardı eskiden… Canından bezmiş titrek bir sesle ardından seslenmek istiyorum…


“Nur’um…”

içimde kalacağını bile bile...

“Seni seviyorum.” diyorum.


Kapıdan içeri girmeden o muhteşem güzellikteki gülüşünü asıp yüzüne bana dönüyor. Bir şey söyleyecek ama anlamıyorum bulunduğum ortamı... yabancılaşıyorum bir anda her yere, her şeye… İçimden diyorum ki “eyvah, rüya bu…”

uyanıyorum…


Evden çıktığımda saat sabah 6:00 idi…

Sirkeciden içim kanaya kanaya, kalbim dura dura yürüyorum Balat’a… Cumbalı’ya vardığımda saat 9:00... Gidemedim o her zaman gittiğimiz kahveciye… bilmiyorum belki bir dahakine…


Amcam öldüğünde böyle bir tutukluk yaşamıştım en son. Devasa bir anlamsızlık… zaman yolculuğuna çıkmışım gibi oldu yürürken. Yanımda yürüyordu Eminönü’den Balat’a giderken. Elini tutmak istiyordum. Ki ilk el ele en uzun yürüyüşümüz İstiklal’deydi… ilk kez aşık olmuşum gibi bir heyecan…


İşte o heyecanın yerini alan bu burukluk benim tarihimin son satırı olmalıydı. Bir yerden kör bir kurşun gelip saplansa kalbime öyle iyi gelirdi ki bu acıya… Ya da kontrolden çıksa bir araba, çiğneyip geçse beni şurada… çiğnenmişliğime o kadar iyi gelirdi ki… Ama sadece ben ölecektim o kazada!


Koduğum yolları bomboştu. Zaten benim ne yaşamaya hakkım vardı bu hayatta, ne de ölmeye.


Genç bir garson kardeşten kahve istedim. Kahveyi getirdiğinde yüzüme “Pazar Pazar yatıp uyusana evinde, sabah sabah ne sikime geldin buraya.” der gibi baktı. “Uyuyamıyorum orospu çocuğu. Uyuyamıyorum işte.” der gibi baktım ben de garsona. Bilmiyor nasıl başarısız bir insan olduğumu. O lanet Aralık akşamından beri nefes alamadığımı… Yıllardır her şeyi bölüştüğüm o kadının yüreğini “Nasılsın?” diye soramayacak kadar nefret doldurduğumu… Oysa çok özlediğimi… yıllar sürecek bu acının geçmesinin yıllar süreceğini… geçmesi için bir mucize olması gerektiğini ve benim artık mucizelere inanmadığımı… Bilmiyor işte amına kodumun oğlu…


Sigara paketini açtım. İki kahve içtim. Eve döndüğümde saat 14:00 idi. Sigara paketimde kalmış 4 sigara… Kulağım ağrıyor bir yandan hem de iki haftadır. Aklıma amcam geliyor. Onun gibi lenf kanseri olmak ümidiyle sigaralar içip biraz daha bekleyeceğim. Acı eşiğim mi yerlerde, yoksa hiç mi acı eşiğim yoktu da ben kendimi acıya karşı dirençli zannediyordum bilmiyorum. Tahammülüm mü azaldı, herkese nefret kusmaktan mı yoruldum bunların cevabını hiç bilmiyorum. Öğreneceğim…


Gerçekler buluşur ille de insanla. Kimse gibi gerçeğimi görmezden gelmedim. Geçmişim kirli ve çirkindi benim. Saklamadım sevdiğim kadından onu tanıdığımdan beri. Ama gerçeğimin ona sıçramasına engel olamadım da… Bir an olsun anlaşılmak için ettiğim dua oldu bu artık ağzımda; “Pişman olması gereken herkesi gerçekle sınasın inşallah rabbim.”


Eve gelirken annemin parasını çektim ATM’den. “Size altın biriktiriyorum.” dedi. “Biz kim?” diye sormadım. Gerçekleri kabul etmek kolay olsaydı sorardım. Bu yaşıma kadar, hiçbir ilişkim bu denli mutlu etmemişti annemi. Başarısızlık abidesi oğlunun Nur kızıyla birlikte el ele verip, her şeyi yoluna koyacağına inancı öyle yükselmişti ki!

Dev bir hayal kırıklığıyım ben, önce kendim, sonra herkes için…

Kendimi hiç affetmeyeceğim.



14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İyi ki Doğdun

Mektup

コメント


Abone Ol ve İlk Fısıltıları Sen Duy

Sosyal Medyada Kayıp Fısıltılar
  • Grey YouTube Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Gri Tumblr Simge
  • Grey Facebook Icon
Fikir, Görüş ve Önerileriniz İçin:

© 2023 By GSL Productions. Proudly created by Wix.com

bottom of page