top of page

Aşk, Nefret ve Utanç...

Aslında bu sabah çay demlerken başladım bu yazıyı yazmaya. Mutfaktan balkona çıkarken sanki orada oturup beni bekliyor sevdiğim kadın, sigaralarımızı içmemiz için… Babamdan bir paket sigara gondikleyelim diyerek güldüğümüz geldi aklıma. Eve yürüyerek mi dönsek diye karar verdiğimiz o kısa anlar... Çünkü alternatif cevaplarımız yoktu bizim. “Sen nasıl istiyorsan öyle yapalım, sen bilirsin?”


Ben o güzel anıları yitirdiğim için çok üzgün ve çok pişmanım…


Uykusuzum. Gün boyunca bu yazıyı kurdum kafamda. Hiç bir yere not almadım. Evden Süreyyaplajına, Suadiye’den Marmaray’a tekrar Süreyaplajına ve oradan da eve yürürken hep bunları düşündüm. Kargoya giderken, Tugayyoluna yürürken hep bu yazının cümleleri geçti durdu zihnimden... (Bu kalp ağrıları başka bir yazının konusu)


Bir ara rayların üzerinde yürümek istedi canım. Aklıma geldi, birlikte dinleyeceğimiz ne çok şarkı vardı daha...


David Bowie’nin şu meşhur karakteri olan Astronot Major (Binbaşı) Tom şarkısını anlatmıştım Işığıma. David Bowie hayranı astronotun da şarkıyı uzayda çekip klip haline getirdiğini… Üç gün sonra 17 Aralık olduğunu bilmiyordum. Bilseydim bu klibi izletir (klip en altta) ve onun bütün sevdiği şarkıları dinlemek, onun o şarkılarda hissettiklerini anlayabilmek isterdim. Unutmuşum bu hayatta ayrılık olduğunu… Çünkü unutturmuştu bana bütün kötülükleri o kadın…


Yorgundum sabah uyandığımda. 36 Saati bulan uykusuzluk sonunda az da olsa uyuyabildim. Kafam yorgun. Aklım yorgun. Hatta aklım ve kalbim bu aralar çok çirkin… İçimdeki karayı Işığıma çalacak kadar çirkin…

İyi olacağım diye söz verdim. Umurunda değil artık onun ama söz verdim yine de… Yüreğimdeki o Işığın ve tarihimizin yerine karanlığımı bulaştırmayacağım bir daha...

Çünkü güzel olan güzel kalmalıydı hep buna inandım... ve her şeyi mahvettim sonunda...


Edip Cansever’in kitabını aldım eve gelirken. Ömrümce en fazla 25 şiirini okumuşumdur. Akşam eve geldiğimde kitaba bir türlü elim gitmedi. İki dize iki dizedir diyerek elime aldım kitabı kendisiyle tanışmank için. Beş sayfa önsöz okudum. Her şiirinin altını çizmek, her yere yazmak, cildime dövme yaptırmak istedim.


25 tane şiirini okudum. 25 tane şarkı dinledim. Hepsinde Işığımı özledim. Telefon şu saate kadar bir kere çaldı. Bugün 180 lira kazandım. 500 Sterlin borçlandım Tuğba'ya... Bu yazıyı da böyle bitirdim işte…


Biliyor musun sevgili Okur, 17 Aralıktan sonra yazdığım hiçbir kelime bana ait değil. Hele ki içip içip kustuğum o uykusuz gece… Öfkeme sığınıp kendime hak gördüğüm çirkinlik.


Kırmak istedim onu. Galiba öyle de oldu. Üst üste iki kırgınlık bıraktım kucağına.


Dün akşam ayılabildim. Midem kötü, başım kötü… Tuğba çok kızdı bana o iğrenç fikirlerim ve yazdığım yazı için. Gerçi o kızmadan önce sildim ama neye yarar? Hayvan gibi de girip bloğa o yazıyı okumuşsunuz. Nerede bir götlük olsa oradasınız, bakın bu çok ayıp. "Rüya" yazdım oraya okusanıza. En gerçek benden kopan yazı o Işığımdan ayrıldıktan sonra.


Çok kötü düştüm dostlar. Çok acıdı canım. Saplanıp kaldım o son geceye. Yediremediğim her şey aslında benim basitliğim biliyorum. Öfkem, acizliğim hepsi ben ve hepsi benim çirkinliğim…


Eski yazılardan geçtim o gün alkol eşliğinde. Bütün tarihimizi neredeyse tek tek okudum ve tekrar yaşadım. İçim ne kadar acıdıysa o kadar çirkinleştim. Ve bunun için; içtiğim o son kadehi suçlamayacağım “içmeyecektim” diyerek...


Başka birisiyle onu düşünmek damarlarımın hepsini tek tek kopartıyor yerinden. Çünkü böyle... Neden oraya saplanıp kaldığım da benim zavallılığım olarak bana kalsın. O tarafı da ayrı bir çirkinlik çünkü. Casusluk var, arkadan iş çeviren kötü insanlara prim vermek var. Bir değil iki değil üç kişilik bir dolap… Hepsi de sosyal medyadan ortak tanıdık...


O alkollü gecede sırasıyla; o kirli dolaptan çıkan birkaç kirli kelime… Durmadan Işığımın yeni açılan profiline girme… ortak tanıdıkların profillerinde gezme… en yakın arkadaşın engeli… derken şalteri indirme…


İşte o şalteri indirmeyecektim ben hiç… Son kadehin suçu yok. Bana “Malmısın ışığın yeni hesap açtı” diyen kötü kalplilere prim vermeyecektim. “Keyfi gıcır, herkesle de fingir fingir yine" diyenlere de... Halbuki benim Işığmdan başka inandığım kimim vardı ki başka? Vay ben burada ölümlerden ölüm beğenirken hanımefendinin keyfi yerinde öfkesi nasıl bir ucuzluktu öyle? Gerçi Tuğba anlattı evreleri de neyse...


Öyle değil işte… Bunu en çok benim biliyor olmam lazımdı.

En güvendiğim yerden vuruldum diye ağlanıp sızlanırken en güvendiğim yeri vurmak gibi bir alçaklık yapmayacaktım. Utanç duyuyorum şimdi. Ama nafile...


Tuğba da çok kızdı o yüzden. Dedim ki “Yazdıklarımı okumuyor nasıl olsa diye sinirlenip daha da gerildim." Tuğba da yazdı ki “O kadın o siteye girer, yazılarını okur. Senden nefret etse de okur geri zekalı.” dedi. Hele bir de kaleme aldığım o son yazının bildiklerimden değil çirkin fikirlerimden doğan şüphelerimden olduğunu öğrenince… Olsun canı sağ olsun Tuğba’nın. Zamanında ben de az nefret etmedim ondan…


Yazılarımı çok özlemiş. Görünce o da şok olmuş tabii… Ne kadar kindar olduğumu da bildiği için korkmuş. Annemden başka benim için korkan birilerinin daha olduğuna sevindim. Umurunda olmayı istediğim tek varlığın umurunu kaybettiğimi hatırlayınca çok üzüldüm.


Bana “Benim bildiğim Ergin en güzel kelimeleri saklar, onların da en güzellerini yazar sevdiği için. Aklına gelen her şeyi yazmaz. Özenir benim bildiğim Ergin. Anlam arar, anlam katar. Sen benim tanıdığım en güzel seven adamdın şu dünyada. Nasıl öyle bir şey yapabildin?” diye yazdı Tuğba… Kendimden daha da utandım.


Kelimesi kelimesine “Bir çığ gibi yuvarlandım karanlığa Tuğba. Nevrim döndü. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemedim.” dedim.

“Bazı kadın katilleri gibi ben onu seviyordum Tuğba diyerek de kendini savunacak mısın şimdi bana?” diye sordu…

Sevgimden de utandım… Çünkü eminim öyle de diyecektim...


Dün pişman olduğum ne varsa tokatladı onunla beni. Ben de hak verdim hepsine. Herkese…


Üç yıldır hayata geçirmek için uğraştığım işim başladı bu hafta. Tam planladığımız gibi olmasa da bir şekilde başladı üç yıllık iş hayalim. İşlerimi devredemiyorum. Herkese bir yalan söylüyorum. Birine 200 bin lira diyorum devir ücreti için ve adam Denizli’den kalkıp geliyor. Diğer talipli Kadıköy’de “para mara istemiyorum.” diyorum. Herkes "bilmediğim iş, cesaret edemiyorum." diyerek vazgeçiyor.


Bunu duyunca Ferhat bana kızdı bugün. “Dedim şirketin adından tut her yerinde Işığım var Ferhat, yapamıyorum.” dedim.


Dedi ki

“İşte bu yüzden yap.”


Marmaray’da okudum bu mesajı. Gülümsedim. İyi ki varsın yazdım Ferhat’a… sonra da yıllar önce küsüp düştüğüm yerde mızmızlanmak için kapısını çaldığım Tuğba’ya… Yaslandığım cama döndüm yüzümü. Raylara baktım. Ne çok geçtik bu rayların üzerinden Işığımla diye düşündüm. Belki bu trene bile bindik birlikte…

Sonra çıkmadığımız yolculuklar geldi aklıma… izlemediğimiz filmler… dinlemediğimiz şarkılar…


Sevdiği bütün şarkıları dinlemek isterdim. dedim ya o şarkılarda neler hissettiğini anlayabilmek… Cennetten kovulup cehenneme düştüm diye o Cenneti suçlamamalıydım…


Bugün çay demlerken başladım bu yazıya… Kendimden utanmaya da dün akşam ayıldığımda… Bugün her yeri Işığıma duyduğum özlem ve utançla gezdim… Ve eskisinden daha büyük bir acıyla…


Çok sevdiğim birkaç fotoğrafı kaldı bende. Diğerlerinin hepsini sildim. İçinde olduğum fotoğrafları da… dün akşam kalan fotoğraflara bakınca ne kadar çirkin olduğumu gördüm. En çirkin yüzümü de Işığıma gösterdiğim için çok utandım…


Saat 10 oldu… yeni telefonumun da alarmı bu saate kurulu. Hiç unutmamak için…

Sabah çay demlerken başladım bu yazıya. Balkona çıkınca sanki masada Işığımı gördüğüm günler gelince aklıma;


Kuşlar uyandı çoktan. Ben de… Tıpkı dünkü gibi yine anlamsız bir sabaha… 21 şarkı dinleyeceğim bugün. Birini senin için seçeceğim. Hep en güzelini… Çayımı bekliyorum. Birlikte sigara içtiğimiz masada. Elbette seni düşünüyorum. Bu pencerenin önünde öpüşmeye ramak kalan anlarımızı. Ben zaten hep seni düşünüyorum. Bazen iyi, bazen kötü... Kötüsü için özür diliyorum, Mesleğin bu aslında sen beni anlarsın… Sen zaten beni hep anlardın… Anlıyorum ben de seni galiba… Hak veriyorum olduğum yere. Bu uzaklığa… Çok canımı da yaksa…


Ben seni çok seviyorum hâlâ, Layık olmasam da… Çay demlerken, Kuşlar uyanırken, Bulutların altında… Sensiz bu mutfakta,

Şu balkonda…


Ve artık bunları bilmek istemediğini bile bile… Bilmeni istiyorum... Sensiz nefes alamam diyordum sana. Bunu en iyi bilenlerdendir o kırmızı koltuk. Benden vazgeçtiğinde oturduğun...


Atmadıysan söyle ona Işığım... Haklı çıktım.

...


Bu da ona dinletirim dediğim David Bowie'nin Major Tom şarkısının (Space Oddity) Uluslararası Uzay İstasyonu'nda Astronot Chris Hadfield tarafından seslendirilen ve çekilen klip.


28 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İyi ki Doğdun

Mektup

1 Comment


Tuğba Turhan
Tuğba Turhan
Jan 11, 2022

O yüzden bu yüzden değil kendin için yap.

Like

Abone Ol ve İlk Fısıltıları Sen Duy

Sosyal Medyada Kayıp Fısıltılar
  • Grey YouTube Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Gri Tumblr Simge
  • Grey Facebook Icon
Fikir, Görüş ve Önerileriniz İçin:

© 2023 By GSL Productions. Proudly created by Wix.com

bottom of page