Mayıs 2018 de doğdu bu blog. Sevdiğimle Halkalı'daki evinde "Belki"lerle yeşerttiğimiz, heveslerimizle kurduğumuz bloga veda vakti geldi. Çünkü benim için artık burası bir "keşke"ler mezarlığı... Gel gör ki sevgili okur bunu bir türlü beceremiyorum.
Kimseyle konuşamıyorum. Zaten konuşacak kimsem yok. Üstelik ben çok konuşan bir adamım. Allah razı olsun az kahrımı çekmedi Nur. Yazmadan yapamıyorum, sussam yapamıyorum. Yuvasız kaldım bunu bağırmam lazım. Sevdiğim kadın gitti, umutlarım ve hayallerimle birlikte... bakın benim bu hasret ve aşkla taşıyacağım bütün yükleri gram gram ve yıllarca anlatmam lazım... İnsan öyle herkesle her şeyin hayalini kuramıyor. Bu içine sıçtığımın dünyasında kimseye böyle saf benliğiyle, tamamen kendi gibi davranacak kadar güven duyamıyor. Olmuyor işte herkesle ruhun, beynin, fikrin, tenin vesairen tutmuyor...
Benim o kadınla birbirimize duyduğumuz dağ gibi güveni nasıl yıktığımı, bir anlık öfkeyle bizi nasıl mahvettiğimi anlatmam lazım. Ben her şeye geç kalmaların ustasıyım. Ne kadar geç kalmış olursam olayım, her saniye üstüne bindire bindire yaşadığım pişmanlıkarı bir bir anlatmam lazım.
Mis gibi bir sevda besleyen yüreği nasıl nefretle doldurdum, okuyan herkesin bilmesi lazım...
Al işte arkada çalmaya başlayan şarkıya bak “Wish You Were Here” Bence bu blogun da şarkısı bu olmalı. Çünkü ben koca bir "keşke"ler mezarlığına döndüm sevgili okur.
Keşke böyle olmasaydım. Keşke yalan söyleseydim o kadına. Duymak istediklerini söyleseydim keşke. Böyle olmayabilirdi. Keşke sevdiğim kadını evde yalnız bırakıp çıkmasaydım da gidip duşa girseydim. Keşke yarı yoldan geri dönüp pencereye uzaktan uzaktan bakacağıma evimize dönseydim. Keşke o gece o kadın ağrılar, sancılar ve bulantılarla uğraşırken ben ona sarılıp özürler dileseydim. Ya da hiçbir şey söylemeseydim de başımı göğsüne yaslayıp sakinleşseydim. Keşke bütün köprüleri yakmadan önce görebilseydim bütün bunları… Keşke ben her şeye geç kalan bir adam olmasaydım… O gece o kadının tek başına o evde neler hissedeceğini düşünebilseydim de keşke... ah keşke... "Ben gidiyorum." demeden önce ayaklarına kapanıp af dileseydim... Gördüğünüz üzere ben artık Keşkeler Mezarlığıyım arkadaşlar. Oysa ben o kadının yanında olduğum her saniye ikimize yetecek kadar umut dolduran bir adamdım yüreğime... Şimdi hiç "belki" kalmadı elimde. Keşke kalsaydı... Keşke... her şey yerli yerinde...
Geçmişimde ömrüme kattığım yapayanlış insanlarla yaşadıklarımın beni bugün içine düştüğüm bu korkunç zamanların ortasına atacağını asla ve asla düşünemezdim. Umurumda bile değildi onların kim oldukları, ne oldukları, kime ne yaptıkları… Kim bana ne zarar verebilirdi ki? Ben herkesten her türlü kötülüğü görmüş biriydim sonuçta... Kim bana daha ne yapabilirdi ki? Yaptılar sevgili okur. 8 Yıl önceden çıkıp gelip benim geleceğimi, umutlarımı, hayallerimi yeşerten sevdamı ellerimden, kollarımdan, aşkıyla, sıcağıyla, kokusuyla, inancıyla söküp aldılar.
Olmuyor işte. Ben yazmaktan başka bir şey beceremiyorum. Olduğum yerde duruyorum. Sigara üstüne sigara yakıyor akciğer kanseri olamazsam mide kanseri, o da olamazsam gırtlak kanseri olur siktirolur giderim diyerek bir sigara daha yakıyorum. Kulağımdan bir bok olacağı yok çünkü.
Ama iyi değilim. Kendimde değilim. Yazınca canım yanıyor ama yazmadan da kendimi kalbim ve aklım arasındaki savaşta buluyorum. Benim daha bu savaşlardan yaralanmamışlığım olmadı henüz. Yine döndüm ve yine kalemlerin kağıtların başında aldım nefesimi. Çünkü kafam çok karışık sevgili okur. Zihnim başka kalbim bambaşka şeyler söyleyip duruyor.
Zannettiklerim mi, inandıklarım mı, hissettiklerim mi, arzularım mı, korkularım mı, şüphelerim mi, umutsuzluğum mu yoksa hepsi birden mi bana savaş açmış durumda bilmiyorum. Ben böyle büyük yenilgi görmedim. Ben böyle bir eksilme, böyle bir yok oluş, böyle bir kimsesizlik görmedim. Ben böyle bir soluksuzluk, sessizlik ve suskunluk görmedim. Ben zaten çok konuşurum. Kendimi susturamıyorum. Kimseye anlatmadım içimdeki savaşları. Kimseye anlatmadım aslında olan biteni. Annem sordu bitti dedim, teyzem sordu gitti dedim, halam sordu müsait değilim dedim hiçbir şey söylemedim.
Nasıl anlatayım ki? "Kızdığı zaman gözlerine bakılmasını istiyor, ben de kızdığım zaman gözlerimi kaçırıyorum. Öfkemi kontrol etmek için yaptığım tek şey uzaklaşmak. O gidecekti gecenin bir saati ben çıktım evden. Düşünemedim ki onu yalnız bıraktığımı… hatta tam aksi… sakinleşir, sağlıklı bir şekilde konuşabiliriz zannettim. İşte bu yüzden bitti…" Bunu kime nasıl anlatabilirim?
Saksılara çiçek eker misiniz? Sonunda soldurup öldürecekseniz o çiçekleri boşuna ekmeyin! Siz üzülüyorsunuz ama olan çiçeğe oluyor. Bunu hep atlıyorsunuz… Ben nihayet öğrendim.
Bugün saçlarımı kestirdim. Bana hediye aldığı tıraş makinesini elime alamadım daha. Öyle eğlenirdik ki o benim saçlarımı keserken... biz onunla kendi minicik dünyamızda öyle çok eğlenirdik ki... ottan boktan püsürden bir sebepten... iyi dosttuk biz. İçimdeki çocuğun en yakın arkadaşı, özlediğim gençliğimin en alevli aşkı, şu halimin en güçlü yoldaşıydı. Boşuna yaşadığım o aşka "Rüya gibi, mucize gibi." demiyordum yıllarca... İşte benim yitirdiğim o evreni her yere yazmam lazım sevgili okur.
Zaman bir ok... her saniye içimde bir şeyleri kanata kanata öldürüyor. Ben kendimden de gitmek istiyorum. Ben o kadını istiyorum. Onun yanında olmak, ona dokunmak, ona sarılmak, sadece bir el uzatsam dokunacak mesafede kendimi güvende hissetmek istiyorum. Kapanan kapılar beni korkutuyor. Yollar dönülmez ve bu beni mahvediyor. O benden ben ondan bihaber... işte en çok bu her saniye içimde bir şeyleri kanata kanata öldürüyor... Allah aşkına gözden ırak, gönülden de ırak olacaksa aşk niye var? Aşkın ne anlamı var? Aşk bu kadar yalan olabilir miydi? O uzağı hemencecik "şurada" etmez miydi?
İşte "son pişmanlık" bu yüzden fayda etmiyor sayın okur.
Attığım bütün adımlar yanlış. Tüm hesaplarda en çok hatayı öfkem veriyor. En çok durdurmak istediğim his bu. Tırnaklarımla yüreğimden kaşıya kaşıya kazıya kazıya atmak istediğim duygu bu…
"Nasıl bir yüktüm ki önce beni attı sırtından?" sorusunun cevabı bende yok. Olsa bak vallahi olsa ben bu savaştan öyle ya da böyle daha az ölümle çıkarım. Dipsiz kuyulara su mu taşıdık biz? Gerekirse ölürdük, gerekirse öldürürdük herkesi… Ben neden kendimi aslında gösterisi berbat diye herkesin güldüğü sirkteki bir palyaço gibi hissediyorum? Belki bir gün kendi kendime anlarım bir önceki gece aşkla tutkuyla el ele göğüs göğüse uyuduğum kadımın ertesi gece beni yok saymasının nedenini?
Bir şeyler var ve o her neyse; o kabus gecenin, önceki gecelerde yaşadığımız huzuruyla, sevinci ve mutluluğuyla uymuyor birbirine. Birinden geriye korkunç bir hata, aldanmışlık ve pişmanlık kalıyor. Ben günlerdir önceki gecelerin hata ve pişmanlık olmaması için dua ederken düşünüyorum, ya son gece hata ve pişmanlıksa… işte bu savaş ve ilk savaştan kaçmak sevdayla, aşkla uyuşmuyor sevgili okur.
Tüm bunları anlıyor ama bazı şeyleri anlamıyorum. Tüm bunlara ağlıyor ama bazı şeylere daha çok ağlıyorum. Neyim var benim? Kimim var benim ondan başka? Benim ondan başka bu hayatta güzel olan neyim var? Ben niye binlerce huzurlu gece ve gündüzden biriktirdiğim o kadının aşkını özleyerek cehennem gibi sabahlara uyanıyorum her sabah? O nasıl bunları göze alabildi? Ben nasıl o kadını bunları göze alacak kadar kendimden nefret ettirdim? Ben ne yaptım? Ben ne yaptım da o herkesin gülümseyerek baktığı sevda yerini birden sevgisizliğe bıraktı?
Ya o cennet yalan, ya bu cehennem sevgili okur. İkisinden biri fena bir hata. Dönüp bakınca içine düştüğüm bu ateşlerin aşkla uyuşan hiçbir yanı yok.
Ben o lanet olasıca 17 Aralık gününden beri kendimi çok kötü, çok yorgun, her şeyi yeni öğrenen bir bebek gibi şaşkın ve o kadının bana duyduğu evrenlere bedel sevgisini yitirdiğim için çok anlamsız hissediyorum.
O değil de; biz o itleri nasıl sevindirebildik böyle!
Çok pişmanım sevgili okur. Ardı ardına sıraladığım yanlışlarla çok pişmanım. İşte bu, o kadının anlam veremediğim gitmesiyle çok uyuşuyor.
Aklınızda olsun; Çiçek ekecekseniz soldurmayın sakın. Toprağına bakın, suyunu verin, sevginizi esirgemeyin. Solduğunda o çiçek, işte böyle oluyorsunuz.
Bu blog 17 Aralık gününden önceki halini alacak ve öyle kalacak sevgili okur. Yeni bir blog hazırlıyorum wix üzerinde. Cümlelerimi oralarda israf edeceğim. İki arkadaşım, iki de tanımadığım abonesi oldu sitenin. Sağ olsunlar var olsunlar. Okurlarsa bu yazıyı bilsinler ki onları da yeni bloga davet edeceğim.
Sabah ettik yine... Ezanı bekleyebilir miyim bilmiyorum. Ağırlık var üzerimde ve kötü hissetmeye devam ediyorum. İçimde korkunç kötü bir his var. Kirli ve bir o kadar rahatsız edici bir his. Ben o dünya güzeline dua edip uyuyacağım sanırım. Sonrası malum; Keşkeler mezarlığında cehennem gibi bir güne daha merhaba diyeceğim.
Her nerede uyuyorsanız, orada iyi geceler size. En çok da sevdiğime...
Bu da şarkısı;
Kommentare