Saat 00:21
Son yazıma başlamak için bu saati bekledim.
Yeni gün... Melek yüzlü güzel gözlüme mis gibi bir gün olsun...
Yazım kurallarına uygunsuz bir kelime, anlamı bozuk bir cümle varsa da affedin.
Ben ölene kadar ölmeye gidiyorum sevgili okur. Yazmakla hissettiğim bütün ağrıları, acıları, korkunç seviyeye varan bu hasretin yükünü az da olsa hafifletirim sandım. Fısıldaya fısıldaya anlatırım... Kimse çığlıklarımı duymadı, yakarışlarımı duymadı ki fısıltılarımı duysun... Ben başaramadım. Bu blogda ayrılık hikayesi sadece yaratıcılık eseri olacaktı. Olduramadım....
Gücüm bitti sevgili okur. Daha fazla devam edemeyeceğimi anladım bugün. Şu zamana kadar buralarda olduğun için sana çok teşekkür ederim.
Ben bu blogu güzel bir hatıra olarak bile tutamayan bir zavallıyım.
Yapamadım... bundan sonra da yapamayacağım. Çok kırgın, çok aciz ve çok üzgünüm. Şimdiye kadar hiçbir şeyin üstesinden gelemediğim gibi bunun da gelemeyeceğim. O kadın beni bırakıp gitmekte ne kadar haklıymış düşünmeden edemiyorum.
Çok şey düşünüyorum. Neden böyle oluyor anlayamıyorum. Düşünüyorum cevap bulamıyorum. An geliyor diyorum ki ne cesur bir karar gitmeyi seçmek. An geliyor ne kadar korkakça bir karar diyorum. O esnada tedarikçim olan işletme arıyor. Cevap vermem gerekiyor. Konuşmak istemiyorum. Aklımda dönüp dolaşan yanıtını bulamadığım sorular... Kime ne diyeceğimi bilemiyorum. Hiçbir şeyi bilemiyorum. İçi çürümüş, dalları kırılmış, türlü haşerenin içinden yiye yiye tükettiği, toprağa saplanıp kalmış bir ağaç gibi çakıldım kaldım. Biliyor musun, Ağaçlar koşmak istiyordur eminim. Çünkü böyle olmuyor. Yapamıyor takılıp kalan sevgili okur.
İsteyen gitmekte özgür. İsteyen gülmekte özgür. Düşen kalkacak gücü bulduğunda yeniden yürümekte ya da kalkmakta özgür. Ben daha ne kadar küçülebilirim bilmiyorum. İsteyen istediğinde vazgeçmekte özgür. Dilediğini sevmekte, dilemediğini terk etmekte... Ben niye bunları kaldıramıyorum bilmiyorum. 30 gün olmadı daha. En sevdiğim varlığın kalbini iki kez kırdım. Bahanem sevmek, bahanem özlemeye mahkum olmak, bahanem kırılmak... O kadın gitmekte ne kadar haklı aslında bilsen beni okuduğuna pişman olursun.
Yüzünü başkalarının avuçlarına bıraktı zannettim okur... Başkasının ellerini tutuyor dedim. Bir gecede kırmızı bir koltuğun üzerinde terk edilmeyi anlayamadı bu kalbim bu beynim ne yapayım? Daha önce hiç böyle bir kalbin aşkıyla yanmadım ki nereden bileyim? Aslında öfken dindiğinde döneceğini zannettiğin bir kapıdan çıkınca dönememek ne zormuş... nereden bileyim? Kalan kırgınlığıyla kalıyormuş ama bunun öğrendim. Ben sadece korkakça mı cesurca mı olduğuna karar veremediğim gitmeyi vazgeçmeyi beceremedim.
İnsan sevgilisinin ayakkabılarını bile sevebilir mi? O baba evine gittiğinde, köşede duran botları vardı. Markete gidip gelip kapıyı açtığımda o botları görüp özlediğimi hissediyor ama gülümsüyordum. Bir keresinde yastığına sarılıp uyumuştum iki gece üst üste. Bir gece yokluğunda da pazardan aldığımız sarı renkli bluz mu her neyse adı onu bastırmıştım yüreğime... öyle uyumuştum... Ben onun her şeyini, herkesini, yokluğunda yastığını, varlığında kokusunu, evde dolaşırken ayağının sesini, uyurken nefes alıp verişini, göğsümü kuş gibi tünediğinde sıcaklığını, başımı bacaklarına yasladığımda huzurunu çok sevdim okur. Nasıl vazgeçebilirim ki?
Herkes özgür oysa... Vazgeçebilene saygı duymayı dilime dolayıp gerçekte neden beceremedim ki? Baktığında ne kadar haklı değil mi gitmekte?
Keşke yürek takılıp sökülüp tekrar yerine monte edilebilen bir şey olsaydı. Ya da beyin... Zor zamanlarda çıkarır koyardık kenara. Ne güzel olurdu. Olmamış. Gitmeseydi o kadın ne güzel olurdu... olmadı. Ben zihnime ve öfkeme sahip çıksaydım ne güzel olurdu... olmadı. Ne kadar çok şey güzel olabilecekken olmamış gördün mü?
Madem olmuyor neden delirmiyorum ben? Neden bu kadar yaşayamıyorken ucundan kıyısından ölüyorken gerçekten ölmüyorum? Sen değerlisin diyor bir arkadaş. Sikmişim değerimi. En değerli varlığının sana vermediği değer seni kendinde yok ediyor. Nereye değerlisin? İçinden beyninden canavarlar çıkıyor kötülük saçmak için neyin değerinden bahsediyor acaba aptal beyinsiz?
Daha düne kadar yazmazsam ölürüm diyordum. Bugün yazdıkça sıkıştı kalbim. Cemalim çare olmadı, Muhsinim... Bu balkonda sessizlik bile rahatsız ediyor beni. Yalnızlığımı katlıyor. Ki ben yalnızlıkla barışık bir insanım. Nursuzluk başka bir boyutmuş. O mutluluktan deli olduğun gece sessizliği seni mahvediyormuş. İşte ben de belli ki uyuyamayacağım böyle gecelerde Cemal'e kuşların sesini yazar, martıları anlatır, caddenin sakinliğinden bahseder, Muhsin'le eski günlere gider imkansızlıklarımızdan söz eder yaramın acısını bir nebze hafifletirim diyordum. Olmadı okur. Özür dilerim.
Her kelime battı kırık camlara basmışım gibi. Kalbimin üstüne bıçaklar saplanmış gibi...
Özür dilerim. Böyle yapamayacağım. Eskiden canım yandığında ilaç olurdu ama şimdi yazarak olmayacak. Sevdası gibi acısı da bambaşkaymış o eski kadınımın.
Seslerden ayrı, sessizlikten ayrı yoruluyorum. Kafamdaki seslerden, cevap bulmak için karaladığım cümlelerden... o nasıl gidişti be okur. Yaşayacak bir metre yer kalmadı bana.
Ben ölene kadar ölmeye gidiyorum okur. Ona kimler dokunacak şimdi? Kimler hak edip etmediğine bakmadan sevecek o kadının gülüşünü? Kimler o kadın salına salına yürürken evin içinde, kendini dünyanın en şanslı adamı ilan edecek? Hem de her defasında... Peki mutfağa adımlarken kim süzecek onu tepeden tırnağa çaktırmadan, aşkını biraz daha süslemek için? Saçlarını kim koklayacak? Ya hak etmeyen biri onu üzerse? Ben yine ölüm dilenmez miyim rabbimden? İyisi mi ben ölene kadar ölmeye varayım okur. Başka türlüsü yaşanacak gibi değil... Ben çok üzgünüm...
Her şeyi bir kenara bıraktım. Kapı çaldı bugün. Kalbim çıktı yerinden. Dedim Allahım yoksa... Çünkü geldiğini görüp sevinçten delirmekten, öyle çok sevinmek ki hem de kırgın, kızgın, deliye döndüğüm her anı unutmak için ne yapamayacağımı bilemeyip dans etmekten, ağzımdan çıkmak üzere olan kalbimi vurarak durdurmaktan… Çünkü kalp durursa zaman da durur. Ve bazen zamanın durmasına çok ihtiyacın olur sevgili okur. Benim an itibariyle 28 gündür ihtiyacım olduğu gibi… İşte bende ne yapacağımı bilemedim kapıyı açıp beklerken. Yere sağlam basan ayak seslerini dinledim nefesimi tutup. Kurye geldi banka kartını teslim etmeye…
Yoruldum ben okur. İyi şeyler olacağına inanıp olmamasından çok yoruldum. Onun dönmeyceğini bile bile ya gelirse diye düşünmekten, dönse kırgınlığımın geçmeyeceğini bile bile belki sarılmayıp itmek pahasına kızgın olduğumu hatırlamaktan… O yorulmadı ama ben o kadına kırılmaktan ve kızmaktan çok yoruldum okur…
O yüzden bu gece buraya dökülen son cümlelerim olsun bunlar.
Bu bir rüyaysa rüya bitmesin diye korkarak yaşamaktan, bu dünyanın çekirdeğinden uzaya sevilecek ne varsa sesine sığdırıp bana “her şeyim” demesini özlemekten çok yoruldum. Sevgilim kelimesine dünyanın bütün mutluluklarını doldurabilir mi bir insan? Ben sevdiğim kadının beni sevmemesinden çok yoruldum artık okur. Ömrüm boyunca amcamı hiç özlememişim, Mehmet’i hiç özlememişim gibi özlemekten o mucize kadını… tükendim... Işığımın sönmesinden, ruhumun çürümesinden, pusulamın kırılmışlığından…
Ayva almış babam. Akşam soyarken bana dedi ki “yer misin sen?”
Çok yoruldum o kadına rastladığım her yerde yıkılmaktan. En sevdiği meyveydi ayva okur anlatabiliyor muyum? Benim işlerim yolunda gitseydi ona hep sevdiği şeyleri alacaktım, tıpkı bıkmadan usanmadan onun bana aldığı gibi… Sonunda bıktı işte. Beni terk etmekte ne kadar haklıymış görebiliyor musunuz siz de oradan?
Rüya bitti okur. Çünkü insan uyanıyor. Ölenlerin neden öldüğünü anlıyor insan. Neden biliyor musun; Çünkü insan bazen hiç uyanmamak istiyor…
İnsan kapı çaldığında bir anda bütün dertlerinden kurtulabileceğine inanabiliyor. Ben çok haklıyım. O kadın beni bütün dertlerimden kurtaran tek varlığımdı çünkü… Bencilliğimi affetsin eline ayağına köle olduğum…
Sende affet beni okur. Bir sevda masalı yapacaktık burayı. Söyleşilerle, yazılarımızla, etkinliklerle... buraya gelip birbirine aşık iki sevgilinin açtıkları blogta neler yapabileceklerine hayret edecektiniz. Şu yazdıklarıma bak! Beceremeyecek kadar zavallıyım artık. Başka yerlere değil de, ille bir şeyler yazacak olsam buraya yazacağımı düşünemeyen o kadını kendime inandıramamış bir zavallıyım ben… Özür dilerim herkesten. Her şeyden…
Biz ilk kez bu evde uyuduk birlikte. Sarmaş dolaş, sarıla sarıla birbirimize. Hiç unutmayacağım parmaklarımız kenetlenmişti birbirine, baş parmağıyla sevmişti parmak boğumlarımı. Ben sevinçten doğmuştum o gece. Şimdi her gece bu yatağa 4 yıllık gözyaşıyla giriyorum. Her gece uyuyamıyorum 4 yıllık kederle. O kadın o gece beni sevmeseydi ben yine ölmek isterdim. Sevmiyor artık okur anlıyor musun?
Ben o kadının takati kalmadığında sırtından attığı yüküm. Bu dünyaya daha fazla yük olmaya gerek var mı? En fazla hüzünlü bir hikaye olur işte böyle gidişler. Ben gidiyorum okur. Kimseye yük olmayacağım için rica ederim. Önemi yok. Çünkü biliyorum artık benim hiçbir önemim yok.
O ölene kadar yaşamaya gitti. Ben de izninizle ölene kadar ölmeye gidiyorum.
Şu kulağımın ağrısı geçti ama yine de lenf kanseri olmasını umarak, bir yerde kör kurşuna hedef olarak, daha yükseği olmasa da bu düşmenin, yüksek bir yerden düşerek… vesaire vesaire… yaşayamadığım için yaşamayı umacak gücüm yok.
İzninizle ben gideyim. Bloga zaten giren çıkan yok. Yazacak, anlatacak, haykıracak, yakaracak gücüm kalmadı. Bizim dünyamız sevdamızla korunuyordu. Ben öyle zannediyordum. Kirlenmiş geçmişimin bizi böyle alt üst edeceği aklıma gelmezdi okur. Çok anlamlı, çok değerli anılar birikiyordu çünkü. Ben sanıyordum ki sevdamız daha da güçleniyor her dakika her saniye. Bizim dünyamız 45 metrekare bir alanda, bir tane kedicikle, bir koltukta sevgiyle, saygıyla ve güvenle dolu zannediyordum.
Her zaman olduğu gibi ne zaman yüreğimi sıkan bir şey olsa gülüşüyle, sarılmasıyla, "olacak" deyişiyle beni hep inandırıp güçlendirecek zannediyordum.
Şimdi yüreğimi sıkan şey onun gidişi okur. Ben ona sarılmaktan iki dünya mesafe uzaktayım artık. Bir tek resmi var bende gözlerimi kapatıp bir sarılış hikayesi doğurayım diye... Siz de ara sıra gelip buraya yad edin bizi. Anlayın ama mutlaka beni. Nasıl dayanılmadığını anlamaya çalışın. Ardımdan en azından anlaşılmak için çabalayanlar olduğunu bileyim.
Ben ölene kadar ölmeye gidiyorum.
Kalabilirsen sen de bu yaşaması zor dünyada, hoşça, mutlulukla ve koruyabilirseniz sevgiyle kalın… Benimkisi gibi kalmak, bu dünyayı zindanlardan beter ediyor.
Bu yazının şiiri: "Nerede olduğunu, bunca yıl ne yaptığını,
niye beni hiç aramadığını sormayacağım.
Çok sevineceğim dönüşüne, kalbim dayanırsa.
Bir de "Artık gitme!" diyeceğim fısıltıyla.
Sensiz gecelerde çok korktum."
-Ayfer Tunç-
Bu da şarkısı:
İmza:
Herkesin kendiyle savaşında
durduk yere kaybeden bir adamdan
Kayıp Fısıltılar
14.01.2022
- son -
Comments