Nasıl olayım Cemal,
Hiçbir şey aynı değil. Maltepe sahil, Marmaray, İstanbul… Kediler sanki artık kedi değil. Cenneti yaşadığım o rüya bitti. Alın yazıma duyduğum öfkeyle kalakaldım bu şehirde… Oysa delirmiş bir yıkıntının altından çıkardı beni aşk. O kadın, yıkılmış herkes ve yitirilmiş tüm insanlık adına ayağa kaldırdı beni umut dolu sevgisiyle. Öptüğü yeri yangına çeviren bir ateşle ısıttı buz kesen bu dünyayı… Mezarından çıkardığı ölüyü canlandırıp, çocuk çağına götürdü hiç yorulmadan, usanmadan... Birlikte çizgilere basmadan yürüyordu o çocukla, kimseler umurunda olmadan. Tanrının eli o kadının hem yüzüne, hem de kalbine değmişti… bu o kadar belliydi ki Cemal, benim onu ilk gördüğüm saniye aşka inanmamam olanaksızdı. Bir görsen, öyle güzeldi ki… Ve öyle benim…
Ben şimdi içimdeki çocuğu mezarına gömüp, her şeyi özlemeye boğulduğum bu dünyada böyle, nasıl olabilirim ki Cemal?
Bildiğim her şeyi yeniden öğrendim o kadınla. Müfredatın içiymiş dışıymış bakmadan yaşamayı öğrendim. Hatmettiğim adıyla kutsandım belki milyon kez... Kızının adıyla sevdiğimin adı aynı biliyor musun? Ve adı gibi kutsaldı benim iki gözümün Nur’u… Ellerimle yaptığım kolye çürüdü boynunda ama her çürüğü güzelleştiriyordu o kadın. Zümer suresi 53. Ayet gibi… O her şeyi güzelleştirip umut oluyor, ben sadece izliyor ve yaşıyordum demek ki… İyi geldiği kadar iyi gelmedim Cemal belli ki…
Yaşadığım sürece ruhumu yalancılıkla suçlayacağım.
Nasıl olayım Cemal?
Sen de biliyorsun, ben işlediğim işlemediğim tüm günahların hesabını kendime soran, cezasını kendi verip, o cezayı kendi köşesinde çeken bir zavallıyım. Ve iki gözüm kör olsun ki biz en çok birbirimize inandık. Önüne geleni öldüren Fatma’ya inandık, Mecnun’un kalbini yerinden eden tüm Leyla’lara inandık… Şehnaz seviyor diye Ertuğ’a… Behzat seviyor diye Savcı’ya, Ali Lidar seviyor diye Ramazan’a inandık. Fenerbahçe’ye bile inandık… Annelerimizin ve kardeşlerimizin gülüşüne… Birbirimizin söküklerine, yaralarına, siyahlarına, beyazlarına ve hatta inkar ettiğimiz grilere bile inandık. Birbirimizi severken insanlığı da bir gün sevebileceğimize… O kadın artık inanmıyor bana Cemal… nasıl olayım?
Bana her iyi ki varsın dediğinde kendi varlığıyla bana değer katan kadının, bir koltuğun üzerinde beni yok ettiği gecedeyim artık. Kıpırdayamıyorum… beni yok etmeye devam ettiği günlerin tam ortasında kalakaldım ben, sen söyle nasıl olayım? Savaşacak bir cephe bulamadım, “Yapma! daha güleceğimiz çok anı biriktireceğiz, sayısız kahkaha, mutluluk yeşerteceğiz… Sen ki bir kuru ağacı toprağına kabul edip o kuraklıktan bir orman yaratan kadınsın. Bize ait daha çok güzellik toplayacağız bu yetiştirdiğin ormanlardaki ağaçların dallarından… Gitme kadın!” diyemedim. Kendiyle savaşamayan, her savaşını kaybetmelerin ustasıyım ben. Sadece düşmanlar birbiriyle savaşır. Biz düşman değil tutkunduk o kadınla birbirimize, neden onunla savaşayım? Şimdi bu yitirdiğim sevdadan uzak düştüğüm her yer, her an çok canım acıyor. Nasıl acımasın? Varlığım, duygularım ve hatta gerçeğim yok sayılıp bir gecede silindi gitti benim adım Cemal…
Gülüşüm gitti, kokum gitti, varlığım gitti, sebebim gitti… Çok sevdim hem de çok sevildim. Ama öyle böyle değil çok güzel sevildim. Çok güzel sevseydim gitmezdi değil mi Cemal? Demek ki çok güzel sevemedim. Layığım da bu imiş… Şimdi ben nasıl olayım?
Bir daha o kadını göremeyeceğim. Resimlerimizde kaldı gülüşü ve elbette yüreğimde… Zaten hayatta kalanların da sorunu bu değil mi Cemal? Kendini yok sayanların ardından kalıp üzülmek… Benim hayatım, uzunca uyuduğum o 77'nci günün sabahında bitmeliydi. Alnımdaki çizgilerle, saçlarıma ve sakallarıma düşen beyazlarla uyanmamalıydım bir daha. Bir insan 70 günde yaşlandıysa üç beş günde ölmeli. Ölmeliydim ben de Cemal. O kadının sol elle yazı yazarken sağ eliyle başını taşıdığını görmemeliydim. Çünkü bir daha hiç göremeyeceğim anlıyor musun beni?
Ben o uykudan hiç uyanmayacaktım. 77'nci gün ölecek ve o kadının çıplak ayak yürürken evde salınışını izlemeyecektim ardından... Alçıdan bir evi, bir saksıyı boyayışını… başını hafifçe sağa sola yatırıp bir kağıda kara kalem çizimler yaparken görmeyecektim. Gülümsediğinde bir yerlerde çiçekler açtığını bilmeyecektim hiç… Böylece bebeğimizin ilk iç çekişini gördüğümüzde birbirimize bakıp gülümsediğimizi hayal etmeyecektim. Bütün o güzellikler, tüm hayaller o kadınla gitti, ben Nasıl olayım Cemal?
O kadının yüreği en savunmasız anımda sığınağımdı benim… evimizde, koltuğumuzda, yatağımızda, sokakta, Yalova’da bir çadırda, biz ne zaman üşümüşsek, sokulurduk birbirimize. Bedenimiz bir olurdu bizim, ısınırdık… Sarılıp uyuyarak günün bütün zorluğunu aştığımıza inanırdık… Bizi yok eden geçmişimden korumaya çalıştı beni. Dost sandığım yalanlardan, dünde kalan yaraların acısında, soğuktan, sıcaktan, karanlıktan, kötülükten… Benim güç sandığım sevdanın gücü yitmiş Cemal, nasıl olayım ben?
Kızın ve torunun Seda ile Avşa’da kumsalda oturuyorduk. Seda yanımıza geldi. “Dede” diye seslendi sana minicik yüzünde şaşkın bir ifade. “Yengeç gördüm, denize gidiyordu. Yardım etmek için suya attım ama battı. Niye yüzmedi?” diye sordu sana. Güldük o tertemiz öğrenilmemişliğe. Dedin ki “Yengeçlerin yüzmesi için kanatları yok ki kızım. Yüzemez yengeçler. Onlar denizde ve kumsalda yürüyebilirler.” Yanlış anlamaktan iyidir hiç anlamamak. Çocuk dediğin anlamayınca ne güzel şaşırır. Çocuklar büyüyüp, kalplerinde ve fikirlerinde kir belirene kadar ne de güzeldir değil mi Cemal? Herkes ne güzeldir inkar ettiği grilerine kör olana kadar… O bütün masumiyetiyle torunun Seda denize baktı, sana baktı, bana baktı… Sonra koşar adımlarla gitti arkadaşlarının yanına. Birazdan unutacaktı yengeçleri ve onların yüzemediği gerçeğini…
Ben bütün gerçeğimle baş başayım artık. Bana demiştin ki “İnsan birini ve bir şeyi istemekten vazgeçince yaşlanır.” Öyle değilmiş Cemal. İnsan “Sevdiğinin kendisinden vazgeçmeyeceğine inanıp yanıldığında yaşlanırmış.” Mesela ben çok yaşlandım. Ben o 77’nci günün sabahı hiç uyanmayacaktım. Oysa ben büyümek illetini birlikte tadacağız diye inanıyordum kadınım beni öldürmeden önce. Bütün olmazları olduracağımıza ve kendi uğursuzluklarımıza durmadan uğur böcekleri konduracağımıza… İnandığım her şey o çirkin Aralık gecesine saplanıp kaldı. Şimdi gücüm sadece pişman olmaya, onu sevmeye ve onu özlemeye yetiyor Cemal… Tutamadığım sözler, yeminler çok acıtıyor canımı… Nasıl olayım ki ben?
Yengeç
Ben o dalgaların yosunları getirdiği kumsalda değil akvaryumda bir yengecim. Bir kadın alıp beni gül kokan avuçlarına, akvaryumdan çıkarıp gönlündeki denizlere atmıştı. Güneşiyle, ay ışığıyla o denizlerde ışıl ışıl yaşamıştım. Babam da bana demişti yengeçler yüzemez diye. Ben de bunu evimizdeki eski dolabın içinde duran akvaryumdaki yengeçlere şaşkın şaşkın bakarken öğrenmiştim. O yengeçlerin denizlerde nasıl özgür olduklarını düşünürdüm. Kafesleri de akvaryumları da hiç sevmedim o yüzden.
Hayat şimdi benim için böyle Cemal. Hep hareket eden ama bir yere gidemeyen bir yengeç gibi çaresizim akvaryumun içinde. Benim denizim yok artık. Gönlümde o güzel gönlün denizine duyduğum heves ile camlara çarpa çarpa yalnız başıma duruyorum bu akvaryumda öylece. Bir okyanus hevesi… ne o denizlere ne de bu akvaryuma aitim şimdi. Artık benim hayatımın özeti bu… Cemal’im ben bu camdan akvaryumda yaşamayı seçmedim ki; kendimle kalıp kirleneyim istemedim ki… bana oradan baksınlar, ben de burada sanki hiç onlara ihtiyacım yokmuş gibi yaşayıp gideyim istemedim ki… sen söyle, şimdi ben nasıl olayım?
Hangi ara vicdanımı, merhametimi sorgulayacak kadar küstü bana o kadın? Ben bir daha kime anlatırım kendimi Cemal? Ciğerlerimden başlayan kanı ağzımdan kusana kadar koşmak ve kaçmak istiyorum bu kaldığım yerden. Yaşımdan utandım, kendimden utandım, sevdamdan utandım ben. Seni seviyorum diye haykırdığımız her cümleden utandım da kalbimde açılan bu kırığı onaracak kelime aradım, cümle aradım, bulamadım kendimde...
Ben bu kendimi seçmedim Cemal… ben bu bana terk edildim. Söylesene, nasıl olayım ben? Hiç iyi değilim...
Comentários