top of page

Ah Refika Ah


Bu yazı aşağıdaki linkte yer alan gönderiye atfedilmiştir: http://cinnetmahallesi.blogspot.com/2019/12/refika-teyze.html

Nuruma ve Şehnazımıza

25.12.2019


Çalan telefonumun ekranında yanıp sönen numara yabancıydı. Hiç kimseyle ve hiçbir sebeple değil konuşmak, iletişimde kalmak isteğim dahi yoktu. İstediği şeyleri yapmak için istemediği şeyler yapan zavallı insanlardan biri olduğumu kabullenmiştim artık. Bunca doğru ve yanlışın, bunca iyi ve kötünün sadece istenen ve istenmeyen şeylerle çatıştığı şu dünyada, mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmamaya karar vermiştim. Son zamanlarda çığlık atma şeklim buydu. Çalan telefonun ekranında gözüm numaradan saate kaydı. Öğlen olmuştu ve ben yatakta tembel tembel, mutsuz mutsuz, dahası umutsuz umutsuz ve ne kadar daha böyle dayanabileceğimi bilmez halde işsiz işsiz dönüp duruyordum. Arayan belkide çalışabilmek için başvuru yaptığım iş yerlerinden biridir diyerek telefonu açmaya karar verdim.

- Alo. - Merhaba evlâdım, rahatsız ediyorum. Ben Kadıköy Sahaftan Münir. Müsait miydiniz?

Kadıköy Sahaf Münir mi? Çaresizlikten ve artık mecburiyetten aşağı sokaktaki 421 Gece Kulübüne garson olarak iş başvurusu yapmıştım ama "Sahaf ne alaka?" diye düşündüm. Kafamdaki aynı soru işareti ile yanıtladım telefondaki yaşlı ve mahçup sesi.

- Müsaitim Münir bey, buyurun. - Kusura bakmayın yavrum. Telefonunuzu kız arkadaşınızdan aldım. - Eski kız arkadaşım olmasın o amca? - Anlamadım yavrum?

Ben de anlamamıştım zaten. Ne olmuştu da kendi kendime ve büyük bir çabayla inşa ettiğim şeyleri bile böyle kolayca yitirecek kadar zavallı ve biçare bir adam hâline gelmiştim ben?

- Yok amca yok bir şey demedim, size nasıl yardımcı olabilirim? - Kulağım zor işitiyor işte evladım, yaşlılık böyle bir şey... Bir de her yaşın bir güzelliği vardır derler. Vallahi yok billahi yok. Varsa yoksa 8 yaşına kadar vardır her yaşın güzelliği.

Sanmıyorum ki telefondaki düzgün Türkçesi ve güzel ses tonuyla tane tane konuşan amca felsefe yapıyor olsun. Eski kız arkadaşım derken hangisinden bahsettiğini de anlamamıştım ama konuyu da içten içe merak etmiştim hani.

- Evlâdım sadede geleyim; kız arkadaşın Şehnaz hanım kızım geçen gün bana bir sürü kitap getirdi satmam için. Paraya ihtiyacınız varmış galiba. (...)

Ot alacak parası kalmamıştır Şehnaz hanım kızın. Utanmadan gitmiş kitapları satmış. Aptal kadın. Bana karşı hissettiği duygulardan emin değilmiş... Bir türlü adını aşk koyamıyormuş... Aptal kız...

- (...) Kendisiyle birlikte kitapları incelerken, birinin içinden siyah beyaz bir fotoğraf düştü. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabın eski basımının arasından. O fotoğraftaki hanımefendiyi çocukluktan beri tanıdığım birine benzettim. Şehnaz hanıma sordum ama kitabın size ait olduğunu söyleyip numaranızı bıraktı bana.

- Kimmiş ki o fotoğraftaki hanım amcacığım? - Bilmiyorum evlâdım, 60 sene oldu son gördüğümden bu yana. Emin de değilim aslında ama... senden bir ricada bulunsam? - Buyurun, bulunun? - Bana müsait olduğun zaman uğrasan diyorum. Gelsen çayımı kahvemi içsen, fotoğrafa baksan, O kadın Refika hanım mı değil mi bana söylesen? Kendi karanlık yüreğinde yıllarca bir iz bulamamış şu Münir amcanı bir aydınlatsan. - Geleyim de amcacığım ben Refika hanım diye birini tanımıyorum ki...

Hafızamı ne kadar zorlasam da o isimde birini hiç tanımadığımı söyleyerek telefonu kapattım. Sahaf Münir amca ısrar etmeye çalıştı ama kibarlığından olsa gerek çok üstüme gelmediğini, yine de kendisine yardım etmem konusunda çok arzulu olduğunu hissettim. Kusura bakma amca deyip telefonu kapatırken "Öyle olsun çocuğum. Rahatsız ettim. Şehnaz kızıma selamlarımı ilet lütfen." diyerek telefonu kapatan Münir amcanın enerji dolu sesine aniden düşen yorgunluğun kulağımdan göğsüme dolan ağırlığı nefesimi kesti. Bir kurşun gibi saplanabilen bir şeymiş ses. Belki de bu yüzden yıllarca susmuştu benim de dedem.

Şehnaz'ın bulup buluşturduğu kitapları temin ettiği Sahaf bu muydu acaba? Şehnaz nasıldı? Hislerinden emin olduğu ya da yaşadıklarına isim verebildiği birileri var mıydı hayatında? İnsan hislerinden ya da yaşadıklarından nasıl emin olamazdı? Babamdan eski tarihli baskısı ile bana kalan ve Münir amcanın Şehnaz hanım kızım dediği eski kız arkadaşıma hediye ettiğim, okuduktan sonra "Türk Edebiyatında en üst sıraya koyuyorum bu eseri." dediği Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını satan kadının ortada güneş gibi parlayan hislere güvenmemesini çok doğru bulmuştum o an.

O değil de; O kitabın arasından düşen siyah beyaz fotoğraf kimindi acaba? Büyük annem olabileceği geldi aklıma. Çünkü o kitap babamdan kalmıştı bana. İyi de Refika hanım kimdi? Gitsem bir baksam fotoğrafa ne kaybederim ki? Diye sorduktan hemen sonra "Hiç bir şey kaybetmem." diye yanıtladım iç sesimi.

O akşam Kadıköy Sahafın kapısının önünden geçerken buldum kendimi. Pırıl pırıl parlayan ışıklarıyla tertemiz camdan içeriye baktım. Müşterisiyle gülümseyerek konuşan yaşlı amcanın bu sabah telefonla konuştuğum Münir amca olduğunu düşündüm. Sesindeki titrek yorgunluk, bakışlarında okuduğum yorgunlukla aynı mıydı? Üst üste iki sigara yakarak bir aşağı bir yukarı yürüdüm ve dört kez önünden geçtim Kadıköy Sahafın. Hayatımda kimse ile tanışmak ve konuşmak istemiyor olmam yaşlı bir adamın başka bir yabancıdan dilediği yardıma kayıtsız kalmamı gerektirmezdi. Beşinci geçişimde Münir amca olduğunu düşündüğüm yaşlı adam ışıkları kapatmış, kaldırımdaki kitap dolu sepeti içeri almış, dükkanın kapısını kilitliyordu. İstemsizce seslendim. - Münir amca merhaba?

Az önce müşterisine gülümseyen aynı yorgun gözlerle bana da gülümsedi.

- Hoş geldiniz evladım. Tam kapatıyordum ben de...

Kendimi tanıttığımda eli ayağı birbirine dolandı. Karşımda duran yaşlı çınar, çocuk gibi heyecanlanmıştı. Mutlu ve telaşlı görünüyordu... kafesten kurtulan kuş gibi yerinde duramıyordu. Bir yandan dükkanın karşısındaki çay ocağına seslenip iki çay söyledi diğer yandan kapıyı açmak için uğraşmaya başladı. Kilitlediği kapıyı zorlanarak ama hızla açtı ve bana dönüp "yoksa kahve mi içersin ya da soğuk bir şey söyleyeyim?" Gülümsedim ve "Çay iyidir, çay içelim Münir amca." dedim. - Karnın aç mı yavrum?

"Yavrum..." Ne içten, ne gerçek, ne sıcak bir ifade olarak dökülmüştü Münir amcanın sesinden. Babama daha da kızmıştım şu aidiyeti bana hiçbir zaman hissettiremediği için. İçimden Münir amcaya sarılıp hayatımın bütün kızgınlıklarımı omzuna ağlayasım geldi. Öyle güzel "Yavrum!" demişti ki...

Çaylar henüz gelmişti, Münir amca raflardan Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabı indirmişti bile. - Bu kitap senin mi Mert?

Cevabımın evet olması için gözleriyle bana yalvaran Münir amcaya istediğini verdim ve "Evet." dedim.


Çünkü babamın kitaplığından bana kalan bu şahane kitap ellerindeydi. Kapağındaki buruşuklukları bile ezbere biliyordum. Çocukluğumdan beri dört kez okumuştum bu kitabı. Bunu duyan Münir amca; "Defalarca okumaya değer... ben sayısını unuttum." dedi.

Gülümsemesi giderek yakışıyordu yüzüne. Ve elini hızla, rengi solmuş mavi süveterin yakasından içeri sokarak gömleğinin cebine attı. Aynı hızla siyah beyaz fotoğrafı çıkardı. Kısa bir süre, kırık bir ifade ile baktıktan sonra bana uzattı fotoğrafı.

- Mert yavrum; geldiğin için çok teşekkür ederim. Fotoğraf bu. Bu hanım Refika değil mi?

Kafamda bir anda bir şimşek çaktı. Öyle ya! Bu arkadaşımın annesi Refika teyze idi. Kitabı bir zaman Ali'ye vermiştim. Belki o, belki annesi koymuştu fotoğrafı kitabın arasına.

- Ah evet hatırladım Münir amca. Ne işi varmış bu fotoğrafın bu kitabın içinde? Evet, doğru söylüyorsunuz. Refika teyze bu. Arkadaşım Ali'nin annesi.

Münir amca gözlerini elindeki fotoğrafa çevirdi ve gözleri doldu. Vay be derecesine başını yana çevirdi. Derin bir nefes çekti içine.

- Çocukluktan tanırım kendisini. Ah Refikam. Ah kara gözlüm...

Kısa bir sessizlikten sonra gözlerini fotoğraftan hiç ayırmadan, boğazını temizledi ve;

- Hayatta mı, sağ mı?

Refika teyzenin yaşadıklarına hayat deniyor ise, hayattaydı. Ama onun yaşadıklarının defalarca ölmekten farkı yoktu ki.

Başımı aşağı yukarı sallayarak "Evet, hayatta." dedim.


Oğlu hapiste, kocası mezarda... sorarsa Refika teyzenin hikâyesini, bu hayatta yaşarken ölmekten usanmadığını nasıl anlatacaktım şimdi ben karşımda elleri ve ağlamamak için çırpınırken dudakları titreyen adama? Sormasın da sadece o anlatsın diye; Münir amcanın fotoğrafa bakarken, yılgın gözlerinde parlayan ışığın bana verdiği cesarete sığınarak ben kafamdaki soruyu gidermeye karar verdim.

- Münir amca çok özel olmayacaksa, sizin bana ulaşmanıza sebep olan şey Refika teyzeyle aranızda geçen bir aşk hikayesi mi yoksa?

Sormadı bana hiçbir şey. Ömrüm boyunca hafızamdan silinmeyecek sözlerle, öylece anlattı Refika Teyzeye duyduğu aşkı.

Gece yarısına kadar oturdum orada ve hikayesini dinledim Münir amcanın. Kitaplar zamanda yolculuk yapmak için tek araçtır biliyordum. Münir amca da aynı sebeple tam 50 yıldır bu küçük dükkanda insanların zamanda yolculuk yapmalarını sağlamak için kitap alıp satıyormuş. O gece de bir kitap bizi kendinden bağımsız olarak 60 sene öncesinin Caferağa Mahallesine götürmüştü.

"Refika, benim ilk ve tek aşkımdır. Hatta benim bu dünyadaki savaşımdır, kaderimdir, 75 yıldır atıp duran kalbimin ta kendisidir." dedi.

Anlattığına göre Refika teyze ile yollarının ayrılması, Münir amcanın felaketi olmuş. Refika teyzenin adı çıkmış mahallede. Çok sonradan anlamışlar ki Refika teyzenin babasıymış bütün kötülüklerin baş mimarı. O günden sonra bu felaketi aşmak için sadece kitap okuyarak hayatı anlamaya çalışan bir adam olmuş Münir amca.

"Refika gittiğinden beri bu mahalleden kaç mevsim geçti, kaç bahar, kaç yaz... Hiçbiri Refika ile deniz kenarındaki zamanın hiç geçmesini istemediğim kaçamak buluşmalarımızın güzelliğini yaşatmadı bana." dedi.

Buluştukları zamanlar pek konuşmazlarmış. Heyecandan ve masum utangaçlıklarından susarlarmış çoğu zaman. "O sessizlik hangi boşluğumuzu dolduruyor bilmiyordum. Bildiğim şey; Suskunluğumuzun hiçbir şeyi eksiltmeden içimizde sevdayı biriktiriyor olduğuydu. O sessizlik hem bizi çıplak bırakıyor hem de bütün çıplaklığımızı örtüyordu. Biz neden çok aşık olduk birbirimize, hiç bilemeyecektik. Her şeyi bilmek için çok erkendi belki de... Bilmek hayatın tam ortasından geçermiş. Ben o hayatın henüz başında, Refikasız yaşamayı öğrenmek zorunda kaldım. Refika gittikten sonra daha kaç mevsim onu özleyeceğimi bilmeden yaşadım. Ona de ki "Münir amca seni en son gördüğü gibi, otobüs gardan ayrılırken camdan dışarı dalgın bakan kara gözlerini ve yüzünün iki yanına düşen simsiyah saçlarını hiç unutamamış. Ona böyle söyle. Nasılsa beni anlar..." dedi... Bir gün eğer bir araya gelirsek, mutlaka bunu söyleyecektim.

Hiç evlenmemiş Münir amca. "İnsanın kalbine sevda bir kez düştüğünde insanın yalnızlığı şekil değiştiriyor. Ben kimsesizdim, çünkü Refikasız yaşadım. Yalnızlığım Refikasız olmaktı sadece... Ama gittiğim her yere Refikayı, sevdasını ve özlemini de götürdüm. İnsan ölse bile aslında ölümsüz olabiliyor. İnsanlar böyle ölümsüz oluyorlar işte... Hatırlandıkça... Ben onu hiç unutmadım ki... Ben ölüp gitmeden Refika'ma ölse de ölmek yok..." dedi.

Zamanın adaletine güveniyorum ben. Herkesin ömründen aynı hızla geçiyor. Ama hayatın adaletine güvenmedim hiçbir zaman. Zaman geçerken insanlar hayatta yaşadıklarından bambaşka izler taşımaya başlıyordu. Refika teyze bambaşka izler taşırken Münir amca "Benim taşımaya başladığım ilk yara, ilk iz, ilk yük Refika'mın sonsuza dek benden çalındığı gün almıştır yüreğimdeki yerini. Onun da benim de ömrümüzden aynı zaman geçti. Onun da benim de taşıdığımız izler bambaşka... Biz Refika ile çocuktuk daha. Ben 15, Refika 13 yaşındaydı. Büyüyünce evlenecektik. Her çocuğun bir aşk masalı olmalı demiştim bir aşk masalı okuduktan sonra kendi kendime. Refika benim aşk masalım oldu. Oldu da ne oldu dersen Büyüdük işte yavrum. Gerçeğimizi yaşamak için ne bedel ödememiz gerekiyorsa hepsini de tastamam ödedik. Sonra zaten yaşımın bir önemi de kalmadı..." dedi Münir amca.

Şu hayatta her şeyin telafisi olur ama geç kalmışlığın telafisi olmaz diyordum. Münir amcanın geç kalmışlığı beni haklı çıkarıyordu.

Sadece bir kez seni seviyorum demiş Refika teyzeye. Ama çok seviyormuş. Zaman zaman el ele tutuştuklarında Refika teyzenin ellerini sıkarak tutuyormuş. Böylece Refika teyze Münir amcanın sevgisini anlar, hisseder zannediyormuş. Sevdiğini hissettirmek için başka da bir şey bilmiyormuş.

Anlatmadım Refika teyzenin yaşadıklarını. Yalan söyledim. İyi olduğunu, ailesiyle mutlu bir hayat sürdüğünü anlattım. Sadece seni seviyorum demek için değil, Refika teyzenin başına gelen daha kötü şeyleri öğrenmek için de geç kalmıştı Münir amca.

Kendimi düşündüm. Geç kaldıklarımı... ıskaladıklarımı... neyi ıskaladığımı anlayıp anlamadığımı... kendimi tanıyıp tanımadığımı düşünmeden edemedim. Ama orada öylece oturup, saatlerce daha dinleyebilirdim Münir amcayı.

Şehnaz'ı da düşündüm eve doğru yürürken. Duygularından emin olamamasının sebebi benim duygularımdan emin olmamasıydı belki de. Suçlu o değildi. Suçlu ben değildim. Hisler söz konusu olduğunda beklentiler ve sergilenenler birbirine karışırdı. Eksilen şey zamandı. Ve zaman eksilirken birikebilen tek şeydi. İnsan ölen bir varlıktı ve her ölüm bir daha asla dolmayacak bir boşluktu. Bir keresinde Şehnaz'a "Duyguları ortaya sermenin acelesi yok." demiştim ama yanılmışım. Varmış...

Apartmana girmeden çıkardım telefonu. Rehbere girdim ve Şehnaz'ı aradım. Cevap verip vermeyeceğinden emin değildim. Açtı telefonu.

"Seni seviyorum. Tekrar birlikte olmayı deneyelim mi?" diye sordum. Her zamanki gibi oldukça sakin bir ses tonuyla "Nereden çıktı şimdi bu?" diyerek soruma soruyla karşı atak yaptı. "Seni seviyorum ve kaybedecek vaktim yok." dedim.

Kıkırdayıp gülerek "Ölüyor musun yoksa?" diye sordu. "Bir gün mutlaka." dedim. "Ben de." dedi... "Özledim seni. Sesini duymak istedim. Bu akşam bunu yapmadan ölmek istemediğimi anladım." dedim.

"Ben de seni özledim. Artık bir şeyleri kaybederek de olsa kazanmamızın zamanı geldi diye düşünüyordum. Herkesin kendisini sorguladığı bir zaman gelecek. Ben o zaman geldiğinde seni kaybettiğim için pişman olmak istemiyordum. İki şişe şarap içip sana mesaj atacaktım bu gece." dedi.

O gece iki şişe şarabı birlikte içtik. Kalbimizi keselemeye karar verdik. Refika teyze ve Münir amca gibi bunu yapmak için yılların bizi dirhem dirhem eksiltmesini beklemeyecektik. Yaşamayı hayal ettiği her şeyi içinde saklayıp, bir arpa boyu yol gidemeyişi, olduğu yerde saplanıp kalmış olması çok yormuş Şehnaz'ı. Uzun uzun anlattı o gece.

"Ben hislerine inanan bir kadınım Mert. Senin bana inanmadığını hissettim hepsi bu. Şımarık bir kız çocuğu değilim artık. Ben insanın ister duygularıyla isterse aklıyla hareket ettiğinde kendisine inanmadan başkalarını kendisine inandıramayacağını tecrübe etmiş biriyim. Senden uzaklaşınca daha net gördüm. İnsan kendine inanınca, yaşadığı en kötü şeyleri bile daha da kolay taşıyabiliyor. İkimize de inandığım için tekrar seninle olmak istiyorum. Lütfen sen de önce kendine, sonra da benim kendime inanıyor olduğuma inan." dedi.

Sarıldım boynuna. Söz verdim. Refika teyze ve Münir amcanın aşkından bir aşk doğurdum o gece kendime. İhtiyacım olan, bu dünyada birine iyi geldiğimi bilmekti. Ve artık Şehnaz'a iyi geldiğin sürece en çok kendime iyi gelerek yaşayacaktım. Gerisi kendiliğinden güzelleşecekti.


- Bu Yazı Tamamen kurgu olup Şehnaz Büke'ye ithaf edilmiştir. -


3 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Murat Abi

Çıkış >>

Comments


Abone Ol ve İlk Fısıltıları Sen Duy

Sosyal Medyada Kayıp Fısıltılar
  • Grey YouTube Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Gri Tumblr Simge
  • Grey Facebook Icon
Fikir, Görüş ve Önerileriniz İçin:

© 2023 By GSL Productions. Proudly created by Wix.com

bottom of page