"Bilmeyen, kaybolmuştur." - 12 Mektup
Yolunuzu kaybettiğiniz oldu mu hiç? Bir yerden kalkıp bilmediğiniz bir yere gitmekten bahsetmiyorum. Yaşamaktan bahsediyorum. Çıkış yolunu bulamadığınız oldu mu? Ya da gidebilecek bir sürü yer varken, gitmeye gücünüzün yetmediği?
Sadece günün sonunu görmek için yaşadığım günlerim oldu. Ertesi sabah uyanmayı hiç istemeyerek ki; ölmeyi istemek değil bu söylediğim.
Ne olmuştu da hayat her şeyiyle birden "tüh, yazık, yine olmadı." silsilesine dönmüştü ve ben yorulmuştum bu denli bilmiyorum. İşte bilmediğinde başlıyordu zaten bütün sorunlar. En sevdiğim mevsim olan kışlar önüne arkasına baharları ve yazları katıp geçiyor, ben pencerelerden, balkonlardan dışarı bile bakmıyordum. Sizin hiç sevdiğiniz bir şeyi sevmeye mecalinizin kalmadığı oldu mu? Olduysa kaçıp giden mevsimlerin ardında kalmanın ne olduğunu iyi bilirsiniz. Yüzünüze gülücük asmadan uyandığınız yüzlerce, binlerce sabaha değip değmediğini yaşananların...
Bunu bir kere sorduğunuzda, bir kez olsun "değdi." diye cevap veremiyorsanız vay halinize... vay o geçip giden mevsimlere...
Bence insanın kendisine bu denli ihtiyaç duyduğu başka bir zaman dilimi olamaz.
"Ben yolumu kaybettim kardeşim. Sana değil, babama hiç değil, anneme ve Melike'ye bile değil, en çok kendime ihtiyaç duyduğum yerdeyim." -12 Mektup
Bir yanımızın yeşermeden duramadığı ama dünyanın bütün yağmurlarının içimize yağdığı günlerde sanki atılacak tek bir adıma bakıyor her şeyi değiştirebilmek... Bu yüzden bir sonraki adımı düşünmeden atanların ayaklarından yüreklerine kadar incindiği bir dünyanın yükünü taşıyoruz omuzlarımızda. Oysa bir adımla uçurumdan aşağı düşmeyi göze aldığımız cesur zamanlarımız da olmuştu...
O uçuruma kadar gelirken nelerden, nerelerden geçtik de o denli cesurduk?
Peki şimdi neden bu kadar korkağız?
Oysa ayak aynı ayak, uçurum aynı uçurum... Neden artık hiçbirimiz seçtiğimiz ya da vazgeçtiğimiz şeylere teşekkür etmeden yaşıyoruz. Bizi cesaretle saran her şeyin bir gün korkularla doldurabileceğini neden kabul etmiyoruz?
"Kendimle hiç beklenmedik bir anda yüzleşme fırsatı buldum. İçimde çalkalanıp duran bu pislenmiş denizin arınması ve fırtınaların dinmesi için mevsimlerin geçmesi lazımmış. Bütün kırgınlıklarımın yorgunlukla bütünleşip beni mutsuzlukla istila ettiği bu noktada durup düşünecek çok vaktim oldu. Şimdi vakit, her şeyi geride bırakıp yeniden yola çıkma vakti benim için." -12 Mektup
Yaşamanın içinde insanın renkleri ne kadar hızla değişiyor. Ben en güzel rengini buldum dünyanın. Bütün karanlıkların içinde renklerin en beyazını, en parlak ışığını ve bütün kaybolmuşluklarıma inat en değerli şeyi, pusulamı buldum.
Artık kimse bu suları temizleyemez dediğim zamanlarda...
Sarılmanın bir daha hiçbir yarayı sarmayacağına emin olduğum zamanlarda... Akıp giden günlerin içinde yerleşmek istemediğim zaman dilimlerinde ömrümün yapayalnız çürüyeceğine inandığım zamanlarda... Sobanın üstünde pişen kestaneleri kardeşimle soyup yediğimiz günleri özlediğim zamanlarda... Coğrafyamda hiçbir zaman göklerin ve toprakların bereketli olmayacağına inandığım zamanlarda... Yolların sonuna vardığımı hissettiren virajlarda savrulduğum zamanlarda...
Artık sadece beni bir mucize iyileştirir dediğim zamanlarda... Geçmişte kalan acı, kırgınlık ve haksızlıkları her şeyiyle reddetmekten yorulup mutsuzluğu kabul etmeden teslim olduğum zamanlarda... Kaybolduğumu iliklerime kadar hissettiğim karanlıkta yolumu bir daha asla bulamayacağıma inandırıldığım şu hayatta...
Yepyeni bir yarının varlığından heyecan duymadan uyandığım sabahlarda o Ocak, o Şubat, o Mart nasıl da hızlı geçiyordu. Nasıl yorgun bırakmıştı beni 2013-2014-2015 ve nasıl da dinlenememiştim sonraki yıllar. 2017 ve 2018'i "al beni ne yaparsan yap." diye nasıl da yaşamıştım teslim olarak. Yanlış yerdeydim. Kalbimi parçalayıp nabzımı tenimde gümbürdeten şeyler artık çok uzaklardaydı. Bir kadının huzur kokan avuçlarında hayat öpücüğünün gizli olduğunu nereden bilebilirdim? Bir çift güzel gülüşe sığan yaşama hevesinin, o gözler güldüğünde beni benden alıp yaşamaya değecek ne varsa kucağıma dolduracağını nereden bilebilirdim?
Her şey biraz "hiç" iken el ele bir sahil boyu yürümenin her şey aslında "biraz gibiymiş." ve olduğu kadarıyla da güzelmiş dedirteceğine aklım kesmezken, Balat'ta biraz yağmur eşliğinde içilen kahvelerin beni bu kadar yaşamak ve heyecanlanmak acemisi yapacağını yeniden... nereden bilebilirdim?
"Zamanın acımasızca ve adeta bir kasırga gibi yıkıp yakıp talan edip geçtikten sonra elimde kalanlarla yola devam etmek zorunda olduğumu biliyorum. Yitirdiğim ve kazandığım şeyleri bunca zaman yeteri kadar taşıdım omuzlarımda. Artık hafiflemek ve dahası giderken zaman kaybetmek istemiyorum. Hayat benim tanıdığım herkesten daha da bağışlayıcı. Ve ben yuva bildiğim herkesten uzaklaşmaya, kalbimi tanımaya, öfkemi anlayıp dindirmeye, sularıma katmaktan korktuğum her şeyi yaşamaya hazırım. Ömrümde ilk kez bu kadar hazırım kendimle anlaşmaya..." -12 Mektup
Yüreğimi nefessiz bırakan düğümleri çöze çöze o kadının dizlerine başımı yaslamaya gittiğim her akşam, kendimi bana ait hissetmeye giden yolu ezberlediğimi anlıyor bundan sevinç duyuyordum. Kalbimin sesini yeniden duymaya başladığımda anladığım ilk kelime "mucize" oldu bu yüzden.
Çünkü beslenmeye başladığım hislerim ilk kez kırgınlıklarla bezeli değildi. Umut ve sevinç diziliyordu kursağıma. Nasıl da emindim kendimden, nasıl da emindim yaşadığımdan, nasıl da emindim artık aşktan ve duygularımdan... Birilerini, bir şeyleri, birbirinden mutlu ve eğlenceli zaman dilimleriyle dolu his ve duyguları kaybetmekten korkarak yaşamanın değerini hatırlamıştım nihayet. İçimdeki karanlık ve devasa boşluğu yepyeni, masmavi bir denizle doldurup bir olabilmenin sevincine kavuşmanın mucizesini yaşıyorken, üstelik sade ve kıpırtısız bir damla olmak yetecekken... ne güzelmiş sevgiliyle dalgalanıp çırpınmaya sebep olmadan sakin suların mutluluğunu yaşamak.
Hiç olmadığım kadar kendimde olmak için, o mucize gibi varlığın yüreğime aşkla dokunuşlarından nefes almak ne de güzel şimdi. Hiç olmadığım kadar kendimi tanırken hiç olmadığım kadar kendime yabancı olduğumu görmenin adını mucize koymak işte bu aşk.
"Öyle kirlettiler ki beni, buna o kadar izin verdim ki; bana gök kuşağından bir renk seç, her şey yoluna girecek deseler ben yine ve sadece beyaz derim kardeşim. Umurumda değil gök kuşağının renkleri, onların güzelliği... Kendime kavuşmanın başka bir rengi yok. Bunun bir kokusu olsa ve seç deseler, seçemem. Yapamam. Ben artık kendime ve beyaza ihanet edemem." - 12 Mektup
O Nisan, ilk kez bahar koktu sanki burnuma. O günden bugüne, o ilk öpüşün dudaklarıma düşürdüğü telaş her defasında sanki ilkmiş gibi uzun uzun gülümsetti kendine. Bütün kapıların kilitlerini söküp attı. O kapıların açıldığı her odanın içini ayrı ayrı pencerelerle ve ışıklarla doldurdu. Gözümde yaş kalmış olsa mutluluktan ağlatırdı o Nisan ve sonraki ayların her günü. İşte Nisan bu ya, aşk bu ya! Ağlatmadı da getirip birer gülücük kondurdu gözlerime.
O günden bu güne kadar hiç şaşmadan aşkla atılan neşeli adımlar, yerli yersiz ve gamsız kahkahalar... Sanki durmadan bir avuç kestane şekerini ağzına tıkan obur bir velet gibi sevinçli doymalar... Sanki her gün geçtiğim sokaklardan ilk kez geçiyormuş gibi kendimi yeniden bulmalar ve bununla mutlu olmalar...
Ömrüme dokunan mucizenin yolumu aydınlatan ışığı ve aşka çıkan yolu gösteren pusulasını yüreğime kazıdım o Nisan... Kalbim o gün yeniden atmaya başladı.
"Dün gece notlar aldığım, yazılar yazdığım defterleri yırtıp attım. Sanki hiç yaşamamış gibi... Evler, oteller, sahiller, kumlar, taşlar, düşüşler, kalkışlar, itişler, kakışlar, kaybedişler, inatla kazanmayı ümit etmeler, uğruna ölünecekler, uğruna aslında çoktan ölmüşlükler, yine de yaşama telaşları, yine içilen sigaralarla kül tablalarını doldurup boşaltmalar, biralar, votkalar, alkışlar, yüzüne tüküreceğime gülümsediklerim, yüzlere patlatacağım yere tırnaklarım avuçlarımı kanatana kadar sıktığım yumruklar, günahlar, sırlar... Dün gece sildim hepsini. Canım hiç acımadı biliyor musun? Canım yeteri kadar acıdı çünkü o defterlere kelime kelime yazılanları yaşarken. Durdum... 2003 yılında Hamburg limanında seninle denize üflediğimiz dileklerimizi hatırlayıp hayatlarımızın nerelere savrulduğuna ve ne hale geldiğimize baktım. Nasıl yandığıma baktım. Küllerimi nasıl çiğnediklerine... Hayatımın hep ikiye bölünmek zorunda olduğu çatallara baktım son kez. Göğsümü yokladım. Kalbim atmıyordu artık." - 12 Mektup
Comments