top of page

Buraları Anılandıralım mı?

Dönemsel olarak aldığım bir iş gereği bir hastanın evine gitmiştim 2014 yazında. İşi aldığım sağlık kurumu çalışanından "Hasta yaşlı ve aksi bir kadın." olarak tanımlanmıştı bana. "103 yaşında." diye eklemişti hastayı aktaran doktor. Kafamın tası atmıştı. Bir insanın aksi bir kişilik olması için en gerekli şartı yerine getirmişti işte hasta teyzem. Çok yaşamıştı...


Randevu günü yaşlı teyzemin zengin semtindeki adresine vardığımda, yaşlı bir kadın açtı kapıyı. Öncelikle hastanın kapıyı açan bu kadın olduğunu düşündüm. Çünkü gayet yaşlı tanımına uyan bir kadın kapıyı açmış ve "hoş geldiniz" demişti yaşlı bir sesle bana. İstanbul'un trafiğinde sabahın bir körü ne kadar hoş gidilebilirse o kadar hoş gitmiştim. Kapıyı açan kadın, ben galoşlarımı giydikten sonra beni içeri alıp, uzun bir koridordan (bir ev için bir hayli uzun bir koridordu çünkü) yaşlı ve aksi olarak tanımlanan hasta teyzenin odasına götürdü. O da ne. Oda oda değildi ki, bildiğiniz hastane yoğun bakım ünitesiydi...


Çünkü yaşlı, hasta ve aksi teyzemiz yoğun bakıma ihtiyaç duyacak kadar 39 kiloydu. Minicik ve buruşuk bir şey. Allahım bir de görsen öyle sevimli ki gülüşü...


Teyzemin yatağının yanındaki sandalyeye oturur oturmaz siyah beyaz bir fotoğraf çarpıyor karşımdaki duvarda. Resimdeki kadın o kadar güzel, adam o kadar yakışıklı ki; Bir resimde iki insan birbirine bu kadar mı yakışır ya hu! diye içimden geçiriyorum resimden gözlerimi alamayıp.

Teyzemin gülen gözlerini görünce gaza geliyor ve tüm sevimliliğimi kullanıp teyzemin gönlünü kazanmak adına ilk girişimimi gerçekleştiriyorum. "Ne kadar güzel bir fotoğraf teyzeciğim. Hala çok güzelsiniz ama gençliğinizde ne çok can yakmışsınızdır kim bilir. Sizsiniz fotoğraftaki melek değil mi?"


Teyzem başını çevirip duvardaki siyah beyaz fotoğrafa bakıyor. Sonra gülen gözlerini gözlerime dikip "Ben güzeldim de evladım, o resimdeki benim rahmetli oğlum ve eşi."


Ulan Mister, ben sana "Allah senin belanı versin bok ağızlı adam." demeyeyim de ne diyeyim? Utancımdan 39 kiloluk kadının karşısında eziliyorum. Bir an önce teyzeme gereken tıbbi tedavi girişimini gerçekleştirip ayrılmak istiyorum oradan. O semtten, bu şehirden. Ege Akdeniz koylarında bir kasaba hayalim depreşiyor yine. Nasıl siktir olup gitmeyeyim sevgili okur, kadın belki ben çıkınca ölecek. Belki akşama, belki yarın sabaha... Ölen evlatlarının acısını ne kadar uzun süre çekmiştir kim bilir. Bunu hatırlatmak zorunda mıydım? İyi niyet dediğin neye göre iyi niyet ki senin?


Tedavi girişimini uyguladıktan sonra bana kapıyı açan ve önce hasta zannettiğim kadın elinde bir tepsi ve tepsi üzerinde bir bardak çay ile geldi. Üstelik bana "Çay içer misin?" diye sormamıştı bile. Çay tabağında şeker yoktu. Önce hasta zannettiğim kadının aslında bakıcı olduğuna kanaat ediyordum. Şeker isteyeceğim ama vazgeçiyorum. Emekçi kadın bu yaşta gelmiş çalışıyor yabancı birinin evinde. Ne gerek var, şekersiz içeyim diye düşünüyor ve höpürdetmemeye itina ederek dalıyorum çayıma.

Bakıcı kadın "Sevdiğiniz gibi, karanfilli çay." diyor... Şaşırıyorum.


Karanfilli çay sevmiyorum ki ben.


Bunu bakıcı kadına da şaşkın ve kibar bir dille söyleyince aslında anlıyoruz ki beni o teyzeye daha önce gelen başka bir doktor ile karıştırmış. Zaten beni de doktor sanmışlar. Oysa ben hemşireyim. Bir erkek ne kadar hemşirebilirse bir insanı, o kadar hemşireyim. Hemşire kendi hemini şiremez derler. Ben de öylelerindenim işte...


Çayın yarısında hasta teyze bana ne kadar güçlü bir kadın olduğunu anlatıyor. Bütün yaşlıların hayat edinimlerinden aldığı gazla biraz abartarak döküyor sözleri. Yaşlılar yalan söylemez. Biraz abartırlar sadece. Yaşlıların ve çocukların söylediği abartılı sözlere yalan değil masal denir. Hem zaten yalan dediğin şey söyleyenle değil inananla alakalı bir şeydir bence. Ki teyze abartmakta haklıydı. Az sonra sağımda oturan bakıcı kadının teyzeyi destekleyen sözleriyle teyzeyle, bu kadınla ve kendimle ilgili gerçekleri öğrenecektim.


"Babaannem çok güçlü bir kadındır Mister bey. Doktorlar 3 ay yaşar dedi, üzerine üç çocuğum oldu. En büyüğü 30 yaşında."


Bana kapıyı açan kadın ile ilgili gerçek şu ki; hasta değilmiş, bakıcı da değilmiş. Beni kapıda karşılayan bu kadın aslında hasta teyzemizin torunuymuş. Kendimle ilgili gerçek; insanları ilk görüşte tanıyamayacağımı asla öğrenemeyeceğim demek. Ön yargılarımda bu kadar yanılmamın başka bir açıklaması olamaz. Ön yargı ne çirkin bir şeymiş farkına varmam gerektiğini de asla öğrenemeyeceğim. Bir insan ilk kez gördüğü bir insan hakkında yarım saat içinde ne kadar yanılabilir ise o kadar yanılmıştım. Ben adam olmazdım.

Hasta teyzemiz ile ilgili gerçek ise şu; Gerçekten çok güçlü bir kadınmış.


40 kilonun altındaki hasta teyzemizin yaşından bin kat fazla hissettiği acılarla sürdüğü ömür benim gözümde onu kahraman yapıyordu. Her şeyi abartmaya hakkı vardı. Oturur masal dinler gibi dinlerdim teyzemi. Hem ben de çocukken arkadaşım Serkan ile birlikte tren yolu ve tren yapacak, Amerika'ya gidecektik. Evimizin önündeki arsayı 15 gün boyunca birbirine paralel düz iki çizgi halinde kazıp sıkılmamız dün gibi aklımda. Sonra ben İtfaiye ve tank arabası yapma hayaline kapılmıştım. Serkan'da polis arabasıyla baba arabası yapmaya... Polis babası şehit düşmüştü Serkan'ın. Çocuk ve yaşlı aklı ne kadar abartsa o kadar haklıdır. Çocukların ve yaşlıların ne yaşadığını ancak ve ancak süslediği, abarttığı cümlelerle çözersin. Neye inandıklarını ya da inanmadıklarını da... Çocuklar ve yaşlılar kadar umudu yaşatan insan var mı hayatında? Onlar kadar umuda sıkı sıkıya sarılan? İnanmasalar da...


Benim öz olmayan bir teyzem var (annemin en yakın arkadaşı), çocukluğumdan beridir defalarca şahit oldum söylediklerine. Yıllarca kocasının bir gece alkol yüzünden öleceğini ve daha beyefendi daha zengin bir koca edineceğine inandı durdu. Ve evleneceği adamın kendisini hiç dövmeyeceğine... 68 yaşında öz olmayan teyzem. Bence bok gibi hayatının içinde o kadını ayakta tutan tek şey halen bu umut işte.


Hasta teyzemin tutunduğu umut ise o yataktan kalkıp gelecek kışa domates salçası yapmak. Yataktan kalkacağı umuda tutunmakta çok haklı. 60 sene evlat acısıyla yaşamış o kadın, kolay mı? Sizin halen olmadığı halde bir gün olacağına inandığınız, umudu kestiğinizi düşündüğünüzün üstünden çok zaman geçse dahi "Ulan belki" diye bir ışık hissettiğiniz umudunuz olmadı mı? Ben umut etmeyi bırakınca basurum azıyor. Bana kıyısından bile yaşamak imkanı verilmeyecek olan hayallerimin bir gün çok az dahi olsa gerçekleşme ihtimali olmasa... Öldürürdüm ki kendimi çoktan.

Sen, güzel günler göreceğiz yalanına sığınmadığın şu hayatı yaşayacak kadar sevebiliyor musun gerçekten? Evet diyenler siktirsin gitsin bu sayfadan. Yalancı götler. Bir daha kimseleri sevemeyeceğin ihtimali olsa, terk edildikten sonra yaşayabilir miydin ayrılık acısıyla? Daha iyi bir işte çalışacağın ihtimali olsa, sürüne sürüne gittiğin, it gibi çalıştığın o iş yerine gider misin? Lütfen gerçekçi ol; herhangi bir durağında inmeyecek olsak, metrobüs denen belaya biner miyiz hiç? İnilmeyen metrobüs olur mu hiç, geri zekalı?


Hasta teyze anlatıyor. Ben dinliyorum. Torunu eliyle "manyak bu kadın manyak." işareti yapıyor. Belli ki o da hasta teyzenin öleceği günü bekliyor. Herkes bir şeyler bekliyor, herkes bir şeyler umut ediyor. 103 yaşındaki teyze bile...

Neden, biliyor musun? Çünkü çıkmayan candan umut kesilmez kardeşim.


Okuyan gözlerin dert görmesin, umut ışığı eksik olmasın o bakışlarından. Sevgiler kucak kucak.


14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ah Refika Ah

Murat Abi

Comments


Abone Ol ve İlk Fısıltıları Sen Duy

Sosyal Medyada Kayıp Fısıltılar
  • Grey YouTube Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Gri Tumblr Simge
  • Grey Facebook Icon
Fikir, Görüş ve Önerileriniz İçin:

© 2023 By GSL Productions. Proudly created by Wix.com

bottom of page