"Bir yere gideceğin yok. Yerin orası." dedim Haluk dostuma.
Düşe kalka direndiği sevdasını yitirmiş az zaman önce. Kadın gitmiş. Çünkü bellidir bazı hikayelerin sonu. Hayat bu işte, otobüs durağı gibi. Birileri gelir, birileri de gider.
Kadını düşündüm önce, sonra da sustum. Hem zaten daha üzülecek çok günü, içecek çok sigarası vardı aşka dair Haluk dostumun. Ne söylesem boşa söylemiş olacaktım.
Kolay değildir çünkü yürekle yazılan defterin bir sayfasını kapatmak.
Demedim Haluk'a "Aşk değil, inanmak biter." diye
Herkes üzerine düşeni yaptı sonuçta.
Kadın gitti, Haluk ağladı, ben sustum.
Aşkın da kutsallığı bir yere kadar be kardeşim. Bitip gidiyor işte...
Meçhule gidiyor giden. Koyuyor tabii bu durum geride kalana.
Giden de zannediyor ki tek başına gidiyor. Düşleri, hayalleri, kutsallığı, inanmayı, inanılmayı da götürüyor yanında.
Kalan ne yapsın? Kalana, ceset olmayı öğrenmek düşüyor en kimsesizliğinden...
Mert bir keresinde yalnız kalmayı sevdiğini ama bazen yalnız ölmekten korktuğunu söylemişti bana. Oysa herkes yalnız ölür. Yani en azından gireceğimiz mezar tek kişilik. Bunu neden kabul etmiyoruz? Yalnızlığı değil de yalnız ölümü... Kaçabileceğimiz bir şey değil ki bu...
Bir keresinde Zincir'de kafam şişmişti ve arkadaşları bırakıp daha sakin olmasını ümit ederek Hera'ya atmıştım kendimi. Hera da tıklım tıklım doluydu. Cumartesi gecesi barlar sokağında boş mekan bulmak mümkün mü? Limondu, Kargaydı, Çardaktı derken Pera'da buldum kendimi. Yok anam, her yer tıklım tıklım. Beş arkadaş çıktığımız eğlence gecesinde kendimi Moda sahilde elimde kutu bira ile denizi izlerken bulmuştum.
3 saat sonra çaldı telefonum. Yokluğum üç saat sonra fark ediliyordu demek ki. "Neredesin?" diye sordu arkadaşlar. "Geliyorum." dedim. Bu dünyaya çivi olarak gelsem, bir yerlere çakılıp kalacak buna isyan edemeyecektim.
Çivi değildim. İsyan ediyordum ben de Moda'nın sahilinde...
Çakılıp kaldığım yalnızlığa, yokluğumdan bihaber arkadaşlarıma, ikibin lira maaş alıp beşbin liralık telefonuna bakarak yürürken karıncaları ezen herkese isyan ediyordum.
Zincir'e döndüğümde kimseye bir şey diyemedim. O an yeniden düşündüm olan biteni... Belki de çiviydim.
Sandığım değil de olduğum şeyi kafama vura vura gösteriyordu herkes. Ben de bu yüzden sustum işte...
Bazen konuşmak bomboş bir eylem olur. Ne desen anlatamazsın. Dünyanın bütün dillerinden tek bir kelimeyle yalvarır yakarırsın birine, dersin ki "gitme!"
Ya da o kadar geniştir ki kelime haznen buna rağmen sadece "belki birlikte içeriz diye bu şişeyi sakladım, zaten sensiz bir daha hiç şarap içmedim." yazmak gelir elinden bir yerlere... Çünkü bazen ne yazsan, ne söylesen boştur. Hatta gitmeye karar verdiği için bir daha dönmesine gerek yoktur.
Haluk "Siktirsin gitsin." dedi kafası biraz güzelleşince kendisini terk eden kadın için ama o işler öyle olmuyordu ki. En azından beşinci kadehten sonra olmadığını ben kendim biliyorum. Öyle her yerde o kadını arayan gözlerle bomboş etrafa bakınırken salak gibi, olmaz Halukcuğum. Demedim tabii böyle.
Bir şeylerin yoluna girmesi için uzun süre kendini affetmek için çabalayacaksın ama olmayacak Halukcuğum da demedim. Sustum...
Dönüp gelecek olsa elini ayağını öpecek. Çünkü kokusu burnunda emanet kalmış.
Yanağından düşen yaştan belli. O 93 kiloya denk düşen kaslarıyla, yemyeşil bakan ela gözleriyle, yılın altı ayını geçireceği kamp arazisiyle bir bok etmiyor şu hayatta.
Kadın neye kırılıp gitmişse, o kadar ölmek istiyordu... Sİktirsin gitsin ile cümle kurmak olmazdı... sustum ben de...
Nereye haykıracağını bilmeyen herkes susmalı çünkü.
Bir mektubumda Tuğba'ya da yazmıştım. Bildiğiniz kağıda yazılan, zarflanıp gönderilen mektuplardan. Böyle pullu, damgalı...
"Ne diyorum artık biliyor musun, bunu kendime daha yükse sesle söylüyorum kimi zaman. Böylesi daha kötü değil... kötü ama kalabalıkların bana ettikleri kadar kötü değil. Hem artık kendi kendime daha rahat konuşuyorum. Başka sesler araya girmiyor. " yazmıştım. Bunu keşfettiğimden beridir susuyorum başkalarına.
Kimseyi üzmemek için susuyorum ben.
Mesela bir keresinde de Ercan'a "Bu tur boyunca (bir iç anadolu turu ve tur esnasında telefonla konuşurken) Tarkovski filmlerinden birinin sahnelerinde geziniyormuşum gibi geldi bana. Sana hadi gel Trakovski izleyelim desem üzülürsün." demiştim. "Evet lan üzüldüm şu an." demişti.
Kimileri gider, kimileri gelemez, kimileri kalır. Giden, kalan, gelemeyen yeterince üzgündür. Söylenecek her söz yaraya bir tutam tuz serpecektir.
O söz susulmalıdır işte. Kimse kimsenin acısını deşmek için girmez başkasının hayatına. Giren orospunun en önde bayrak tutanıdır.
Bayrağı bırakın. Siz de susun biraz. İyi gelmezse yüzüme tükürürsünüz.
Comments