Hayat insana bazen küçük oyunlar, kısacık dahi olsa unutulmaz mutlu anlar, sonsuza dek sürsün gitsin istediğin sıkı sarılmalar tecrübe ettiriyor. Hem de bunu, yaşadığın en sıkıntılı dönemlerinde yapabiliyor.
Bir şeyleri tecrübe etmek gerekir yaşarken. En zor "öğrenmek" yaşamaktır bence.
Babam gitmişti. Yaşım on dört,, kardeşim dört, annem kırk dörttü.
Annem iş yerine götürürdü kardeşimi. Dört yaşında bir çocuktu kardeşim. Çocuk her sabah altıda yataktan kalkar, anamın elini tutar, minibüse verecek parası kalmadığı için bazen yürümek koşuluyla 10 saat annemin iş yerinde geçirirdi günlerini. Bazen beni çağırırdı annem. Beraber dönerdik akşam yemeğini yedikten sonra iş yerinde. "Kardeşinle yolda oynayın birazcık." diye rica eder, kardeşimi omzuma alıp kovboyculuk oynayarak eve gelirdik yarım saatlik yolu. Annemin o geceler neden ağladığını bilirdim ben. Benim yaşım on dörttü. Kardeşim bilmezdi, o daha dörttü...
Birinini neden ağladığını bilmek, onu anlamak demekti. Ve herkes gibi annemin ağladığını bile görmek istemezdim. Kardeşim de istemezdi. Belki de bu yüzden annem gizli kapaklı ağlamayı öğrendi. Bir süre sonra ben de...
Çünkü insan sobaya atacak kömür olmayınca kardeşine "Hadi bu hafta ailece uyuma haftası." diye bir yalan uydurup, o üşümesin diye sarmaş dolaş olmuşken kardeşine, annesinin üstlerine itiştirdiği yorganın altında gülüşüp şakalaşabiliyorken bir soruyla hüngür hüngür ağlamak zorunda kalabiliyordu.
"Abi."
"Efendim paşam?"
"Baba yokken uyuma haftası yaptık ya?"
"Evet abicim?"
"Ya baba üşüyüp hasta olursa, o nerede uyuyor şimdi?"
Hayat insana ne diyeceğini bilemediği zamanlarda ağlamayı da öğretiyor. Göz yaşını saklamayı da...
-*-
Lise ve fakülte hayatım beş parasız geçti. Okurken çalıştığım dönemlerim oldu.
Babam döndüğünde iflas etmişti çünkü. Midem delinircesine sadece simit ve çay içerek öğünler alıyordum yaşımın on sekizinde. 800 ton ağırlık basan pres makinesine elimi kaptırmaktan iki kez kurtuldum. Annemin oğluydum. Okula uzun süre yürüyerek gittim geldim. Yeter ki kardeşim bir kere daha açlık görmesin diye...
Ergenliğim zor geçti bu yüzden. İçime kapandım. Açmak isteyen herkesle kavga ettim. Benim lise hayatım bu yüzden beş sene sürdü. İki yıllık fakültemi dört yılda bitirdim. Her şeye karşıydım. Her şeye kafa tutuyordum. Sisteme, öğretmenlere...
Hayat beni büyütürken önüme çıkan her engeli savaşarak yenmemi doğru düzgün öğretmedi belki, bilmiyorum. Kendime yeni engeller çıkara çıkara büyüyordum.
En güzel günlerimi sürgün geçirdim kendimden. Her akşam makarna yemeye talim dört yaz mevsimi yaşadım. Kardeşim yazları teyzemlere gider, annem ise dayımlarla köye gider, ben babamla yalnız kalırdım. Babamı eskiden sevmek güzeldi derdim. Sırf bu yüzden nefret etmek olmaz diyerek herkesten nefret ettim.
Dört sene sürdü aile olamadığımız süre. Ömrümün en özlediğim, anne ve kardeşimle, baba özlemiyle dolduğum dört sene...
Sonra büyüyüp cesur kararlar aldım. Bunlardan biriyle her şeyi bir kenara bırakıp iş kurdum. Biriyle de işimi batırdım. Yeniden işe başlamak ne zordu benim için.
Maaşımın yarısından fazlasını kiraya, geri kalanı yaşamaya çalışmakla geçen üç sene... Etti mi bana yedi sene yokluk içinde çırpınma... Etti mi bana nerede en ucuzu var diye market market dolaşmalı yedi sene...
Yedi sene de ettik mi zor günde yaşayabilmeyi tecrübe?
Bir keresinde hiç tiyatroya gitmediğimi fark ettim. Gittim Kadıköy'de bir sahneye.
Gişeye yaklaşıp sordum;
"Bilet alacaktım xx oyuna. Ne kadar acaba?""
"9 Lira." dedi.
Oyunu izledim. Cebimde kalan 5 lirayla işe gidip gelebilirdim iki gün. Mutlak zaferlerimden biridir bu benim için. Nasıl olsa iki gün sonra maaş alacaktım.
Yettirmeyi, yetinmekle birlikte öğreniyordum. Gerçi patron maaşları geç verdi ama olsun. Oyun güzeldi. Bedeli üç gün yürüyerek gidip gelmek olsa da işe; değerdi.
Bir keresinde de maaşımı alıp kardeşime ısmarladığım hamburgeri menüsüyle birlikte silip süpürdü ve karnı tastamam doydu diye çok sevinmiştim. Yokluğu bilirim. Tecrübe ettim. Acısını ve tatlısını hem de sindire sindire...
Kardeşime verdiğim ufak tefek harçlıkları da kendime zafer bildim mesela uzun süre.
Sonraki zamanlar dışarıda tek, evde iki kadeh rakıyla efkarlanmayı öğrendim.
Dışarıda iki kadeh rakıyla bir 35'lik alınabildiği için...
Annemin yaptığı kekle ilk sevgilimin yaptığı börekleri piknikte yemenin ve annemle sevgilimin benim hakkımda kıkırdaya kıkırdaya atıp tutmalarını mutlulukla izledim.
Yürüme mesafesinde bulunan ve çimlerinde oturacağın ağaç gölgelerinin kıymetini öğrendim o yüzden.
Mutsuz duvarlar arasında mutlu olmaya çabalamanın kıymetini gördüğümdendir belki... Banka hesabımda Mercedes D serisi bir araba alabilecek para varken arkadaşlarımla bisiklete binerek mutlu olmayı becerebilmem. Bilmem.. ki!
Sırf bu sebeple tek bir ayakkabıyla üç sene yaşamaktan mutsuz olmadım, iflas ettiğimde. Dört sene oldu mesela o da...
Etti mi 11 sene... Öğrendik mi hep az ile yetinmeyi? Ettik mi tecrübe?
O 11 sene boyunca bu hayat bana, bedel ödemeden hiçbir şey olmayacağını gösterdi... Tecrübe dediğim şey kaldı elimde;
Elinde kalan ne varsa onunla mutlu olabiliyorsan eğer, ödediğin bedel ne olursa olsun sarılabileceğin bir şeyler bırakabiliyorsan kendine, yaşamayı öğreniyorsun işte.
İster at kendini bir yerden aşağı, ister yaşa... Orası sana kalmış.
Comments